Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş Denemeleri

Türk Ulusu’nun önderi Mustafa Kemal, 1923 yılında kurulan yeni rejimin sağlam temellere dayandırılması ve yükseltilmesi ülküsü ile hareket ederken demokratik bir tutum takınmamıştır. Ne var ki Türkiye Cumhuriyeti’nin istikametini belirleyen devrimlerin başarıyla gerçekleştirilmesinin ardından demokratik bir siyasi ortamın oluşması arzusunu dile getirmeye başlamıştır. Aslında bu da Mustafa Kemal’in gerçekleştirmek istediği devrimlerden birisi olmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından itibaren önceleri Müdafaa-i Hukuk grubu adıyla anılan siyasi örgüt, Milli Mücadelenin başarıyla sonuçlanması sonrasında Halk Fırkası adını almıştır. 1923 yılında yapılan seçimlerde meclis üyeliklerinin neredeyse tamamını kazanan Müdafaa-i Hukuk Grubunun adı, yine 1923 yılında grubun önderi Mustafa Kemal tarafından Halk Fırkası’na dönüştürülmüştür. Cumhuriyet’in ilanı bu hamlelerden sonra yapılmıştır. Böylece Halk Fırkası, Türkiye Cumhuriyeti Siyasi Tarihinin ilk siyasi partisi olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadeleye önderlik etmeye başladığından itibaren başarıya ulaşmak için genel olarak her türlü etkinlikte denetimi kendi elinde tutma yolunu seçmiş, kendine ve cemiyetine karşı takınılacak bir sert tutumun milletin egemenliğine bir engel olacağından şüphe duymuştur. O yüzdendir ki birinci mecliste kendisine muhalif olanlar, ikinci meclisin seçimi sırasında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin denetiminde yapılan seçimlerde meclise girme imkanı bulamamışlardır. Mustafa Kemal Paşa, meclisi oluşturacak seçimlere giren adayları titizlikle parti adına kendisi seçmiştir. Bu hareketten kastı da yine kendi fikriyatı ve yeni şekillenecek Cumhuriyet değerlerine aykırı emelleri olan çeşitli isimlerle çalışmak istemeyişi ve bunların ulusun ihtiyacı olan çok yönlü bir harekete karşı gösterecekleri direnç ile karşılaşmak istemeyişidir. Böylesi güçlü bir kontrole rağmen Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından yapılan ve yalnızca 158 üyenin katılımıyla gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Mustafa Kemal Paşa’nın otoritesine gölge düşürebilecek bazı meclis üyelerinin o gün evlerinde alı konulduğu iddiaları Cumhuriyet Dönemi tarihçileri tarafından dile getirilmektedir. Öyle ki Mustafa Kemal Paşa, kendisine ve öngörmüş olduğu yeniliklere muhalif olacak kesimi meclisten tasfiye ederek aslında Türk Ulusu’nun layık olduğuna inandığı devrimleri sorunsuz gerçekleştirecek ortamı yakalamıştır dersek hataya düşmüş olmayız.

Türk Ulusu’nun önderi Mustafa Kemal, 1923 yılında kurulan yeni rejimin sağlam temellere dayandırılması ve yükseltilmesi ülküsü ile hareket ederken demokratik bir tutum takınmamıştır. Ne var ki Türkiye Cumhuriyeti’nin istikametini belirleyen devrimlerin başarıyla gerçekleştirilmesinin ardından demokratik bir siyasi ortamın oluşması arzusunu dile getirmeye başlamıştır. Aslında bu da Mustafa Kemal’in gerçekleştirmek istediği devrimlerden birisi olmuştur. Bu amaçla Çok Partili Siyasi hayata geçiş için denemeler yapılmış, Mustafa Kemal Paşa bu girişimlere bizzat destek vermiştir. Ancak ilk aşamada bu girişimler neticesinde kurulacak olan siyasi partilerin faaliyetleri, sağlam temellere dayandırılmak istenirken katı ve tutucu bir hal alan rejimin bünyesi tarafından kaldırılamamıştır. Hal böyle olunca da Türkiye’de Çok partili siyasi hayata geçiş sancılı bir seyir izlemiş ve hatırı sayılır bir demokratik ortamın oluşması beklentilerden hayli uzun bir vakit almıştır.

1924 yılında gerçekleşen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu görüşmeleri sırasında Cumhurbaşkanının yetkileri konusunda yoğunlaşan muhalefet bir dönem sonra mübadele, imar ve iskan yasaları konularında hükümeti zorlayacak duruma gelmiştir. Özellikle Kazım (Karabekir) Paşa ve Ali Fuat (Cebesoy) Paşa gibi hem toplum nezdinde hem de Ordu’da ağırlığı olan isimlerin bazı konularda takındıkları muhalefet Mustafa Kemal Paşa’yı bazı tedbirler almaya yöneltmiştir. Kazım Paşa ve Ali Fuat Paşa’nın Ordu müfettişliği görevlerinden istifa ederek meclis çalışmalarına katılmak istemelerinin Mustafa Kemal Paşa tarafından, bir yıldan beridir kendisine karşı kurulan bir komplo olarak görülmesi onu bazı tedbirler almaya yöneltmiştir. Bu anlamda hem milletvekilliği hem de Ordu’da görev yapan askerlerin hali hazırdaki görevlerden birini bırakmalarını istemiştir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve dört kolordu komutanı milletvekili görevlerinden istifa ederek Ordu’daki görevlerini seçmişlerdir. Bu gelişmelerin yaşandığı 1924 yılı Kasım ayı, Cumhuriyet ilanından o ana dek mecliste yaşanmayan şiddette tartışmalara sahne olmuştur. Mübadele, İmar ve İskan Bakanı Refet (Bele) Bey’in hakkında verilen gensoru hükümet adına bir güvenoyuna dönüşmüş ve Halk Fırkası’ndan istifalar başlamıştır. Halk Fırkası’nın isminin başına Cumhuriyet’in eklenmesi de bu süreçte gerçekleşmiştir (10 Kasım 1924).

Halk Fırkası içindeki görüş ayrılıklarının hat safhaya ulaştığı bu aşamada 17 Kasım 1924 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Cumhuriyet Halk Fırkasından ayrılan 32 milletvekilinden 28’i bu partiye katılmıştır. Kazım Paşa’nın yanı sıra Ali Fuat, Refet, Cafer Tayyar Paşalar, Rauf, Dr. Adnan Adıvar, Feridun Fikri, Halis Turgut Bey gibi tanınmış kişilerin kurucu olarak yer aldıkları partinin amacı iktidar olmak değil, iktidarı denetlemek olarak açıklanmıştır. Aslında burada Kazım Karabekir’in iktidar olma hedefini ortaya koymaması, Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında örgütlediği bir grupla oligarşik bir yönetim anlayışı sergilediğini ve demokratik hedefleri olmadığını ortaya koyması bakımından önemlidir.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programında demokratik ilkeleri öne çıkarmış, yerinden yönetim ilkesini destekleyen, liberal bir tavır takınmıştır. Diğer yandan tek dereceli seçim, anayasa değişiklikleri için kamuoyu yoklaması, Cumhurbaşkanının tarafsızlığı gibi hususlarda beklentilerini ve mevcut uygulamaya eleştirilerini ortaya koymuşlardır. Ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Programında bulunan “dini inanç ve düşüncelere hürmetkarız” ifadesi Cumhuriyet Halk Fırkası yöneticilerini rahatsız etmiştir. Böylesi bir ortamda Doğu Anadolu’da ortaya çıkan ve hilafet ve saltanatı geri getireceği iddiasıyla taraftar toplayan Şeyh Sait isyanın patlak vermesi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın mevcudiyetini sorgular duruma getirmiştir.

Şeyh Sait Ayaklanması’nın ardından 23 Şubat 1925 tarihinde ilan edilen sıkıyönetim ile birlikte Hıyanet-i Vataniye kanunun 1.maddesini değiştiren kanuna bir ek yapılarak “dini siyasi amaçlar doğrultusunda kullanmak suretiyle cemiyetler kurmak yasaklanmıştır. 4 Mart 1925 tarihinde kabul edilen Asayişi Temin Etme Kanunu (Takrir-i Sükun) ile hükümete ülkenin iç huzurunu sağlamak için tehdit edici her türlü yayın, eylem ve kuruluşu yasaklama yetkisi verilmiş ve böylece Ankara ve Doğu İstiklal Mahkemeleri harekete geçirilmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Diyarbakır temsilcisinin isyanla ilişkisi bulunduğu gerekçesiyle bölgedeki bütün şubelerinin kapatılmasının ardından Ankara İstiklal Mahkemesi de dinin siyasete alet edildiği uyarısı üzerine Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, hükümet tarafından 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılmıştır.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması demokratik cumhuriyetin Türkiye’de var olabileceğini göstermek adına ilk başarısız senaryo olmuştur. Fakat bu başarısızlıktan daha da öte 1926 yılında ortaya çıkan ve Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik olarak planlanan İzmir Suikastı teşebbüsü ile kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası üst düzey yöneticilerinin ilişkilendirilmesi demokratik ortam beklentileri olanları hayal kırıklığına uğratmıştır. Öyle ki İstiklal Mahkemelerinde yapılan yargılamalar neticesinde suikast teşebbüsü ile ilgili Rauf (Orbay) Bey dışında tüm yöneticiler beraat etmelerine rağmen uzun süre siyasi hayatın dışına atılmışlardır.

Başarısızlığa uğrayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası deneyiminin ardından geçen süre içinde Türkiye, her geçen gün demokratik bir rejim beklentisini daha çok hisseder olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün yurt gezileri yaptığı sıralarda karşılaştığı tablolar sonrası dile getirdiği söylemler bunu destekler niteliktedir. 1920’li yılların sonlarına doğru, beklentilerin gerisinde kalındığının bilincinde olduğundan gerek, Türkiye’nin çok partili demokratik ortama geçişini sağlamak, millet işlerinin yine milletin hükümeti dolaylı olarak denetleyerek yürümesini sağlamak Atatürk’ün de siyasi rejime oturtmaya çalıştığı esaslar arasına girmiştir. Ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile yaşanan olumsuz deneyimin etkisiyle Atatürk, bu kez yeni kurulacak partinin gerekirse kendisinin de destekleyebileceği ve idari yönetime derin bir sorun yaratmayacak bir yapıya sahip olması gerekliliğini hissetmiştir. Bu nedenle yakın çalışma arkadaşlarından ve Cumhuriyet’in ilk başbakanlarından olan Fethi Okyar’ı kurulacak yeni parti konusunda desteklemiştir. Kurulacak olan yeni partinin finansmanı ve meclis içinden katılımına da yardım ederek bu projeye desteğini göstermiştir. Ayrıca kız kardeşi Makbule Hanım ve yakın arkadaşı Nuri Conker’i de kurucular arasında olmasını sağlayan Atatürk, yeni kurulacak parti içinde ağırlığını hissettirmek istemiştir. Aslında buradan hareketle Atatürk’ün yeni kurulacak parti için; Cumhuriyet’in kavramları anlaşılması ve benimsenmesi noktasında yetersiz kalmış gibi görünen Cumhuriyet Halk Fırkası’na yardımcı olacak bir parti rolü çizdiği de anlaşılabilirdir. Söz konusu bu durum bizde yeni kurulacak olan partinin demokratik teamüllere aykırı bir biçimde siyaset sahnesine çıkarıldığı izlenimi bırakmaktadır.

12 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası adıyla Fethi Okyar başkanlığında kurulan parti, programında mevcut durumdan memnun olmayan kitlelere umut olacak söylemler geliştirmiştir. Cumhuriyet hükümetlerinin hızla kalkınmak amacıyla başlattıkları yatırım ve millileştirme faaliyetlerinin maddi yükünün tek bir nesile taşıttırılmasının yanlış olduğu düşüncesiyle hükümetin ekonomik politikalarını eleştiren Fethi Okyar, Ahmet Ağaoğlu gibi liberal anlayışlı siyasilerin yön verdiği politikalar halk nezdinde beklenilenden çok daha fazla rağbet görmüştür. Kurulmasını takip eden kısa süre içinde yapılan mahalli seçimlerde elde ettikleri önemli başarılar, parti yöneticilerini yapılacak ilk seçimde iktidar olma beklentisi içine sokmuştur.

Kısa zamanda beklenilenden daha detaylı biçimde teşkilatlanan Serbest Cumhuriyet Fırkası aynı zamanda Cumhuriyet rejiminden bu yana yapılan düzenlemelerden rahatsızlığı bulunanların da mekanı haline gelmiş, söz konusu zorluklar Fethi Bey ve arkadaşlarının partinin kontrolünü kaybetmesine yol açmıştır. Özellikle yapılan mahalli seçimler sonrası Cumhuriyet Halk Fırkası cephesi iktidarı kaptıracakları endişesine kapılmış ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın seçimleri kazanması durumunda devrimlerden vazgeçileceği propagandasını yapmaya başlamışlardır. Söz konusu durum iki parti arası gerginliği hat safhaya çıkartırken Serbest Cumhuriyet Fırkası idarecileri, hükümeti kanunsuzluk ve baskıyla suçlamaya başlarken, Cumhuriyet Halk Fırkası milletvekilleri ise yeni partiyi irticayı hortlatmakla suçladılar. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, o zamana kadar iki parti arasında deyim yerindeyse benimsemiş olduğu hakem rolü Cumhuriyet Halk Fırkası’nın aleyhine gelişen bir durum doğurmuştur. Sözü geçen olaylar ve CHF’lilerin Atatürk’ün kendi partilerine sahip çıkmaları isteğinin Atatürk tarafından olumlu karşılanması Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kısa bir süre içinde kendini feshetmesine yol açmıştır. Böylece kısa sürede yaşanan bu gelişmeler, gerek iktidar ve gerekse muhalefet olsun Türkiye’deki siyasilerin henüz eleştiriye tahammüllerinin olmadıklarını göstermiştir.

Terakkiperver Cumhuriyet ve Serbest Cumhuriyet Fırkaları girişimlerinin başarısızlığa uğramasından tecrübeyle, Atatürk bundan sonra gerekli demokratik ortamı parti içinde ayrı bir denetleme sistemi kurarak sağlamaya çalışmıştır. Ayrıca, kontenjan milletvekilliği uygulamasını teşvik ederek bazı Cumhuriyet Halk Fırkalı isimlerin yapılacak seçimlerde bağımsız aday olmalarını istemesi de Atatürk’ün Demokratik bir ortama duyduğu özlemi göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Ayrıca Atatürk’ün özellikle 1930’lı yıllardan sonra gerek ekonomik ve gerekse siyasi konularda İsmet İnönü’yü dengelemek veya devre dışı bırakmak ihtiyacı hissettiği anlaşılabilirdir. Devletçiliği ana politika olarak benimseyen İsmet İnönü’ye karşı ekonomi bakanlığına dönemin en liberal ismi olan Celal Bayar’ı ataması bununla da kalmayıp 1937 yılında İnönü’nün başbakanlıktan affı ve bu göreve yine Celal Bayar’ın atanması çok etkileyici bir örnektir.

Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde başarısızlığa uğrayan çok partili demokratik sisteme geçiş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni konjonktürde Cumhurbaşkanlığını İsmet İnönü’nün yaptığı ve Atatürk’ün benimsediği ilkelerden hızla uzaklaşıldığı Türkiye’ye yeni roller yüklemiş ve hem gerçek anlamda demokratik yönetimin tesisini sağlayacak hem de Türkiye’nin bir dönemine damga vuracak olan Demokrat Parti bu vesileyle kurulmuştur. 7 Temmuz 1945 tarihinde Nuri Demirağ başkanlığında kurulan Milli Kalkınma Partisi’nin ardından 7 Ocak 1946 tarihinde de Demokrat Parti kurulmuştur. Demokrat Parti’yi kurmadan önce Anayasanın milli egemenlik ilkesine işlerlik kazandırılmasını ve parti işleyişinin demokratik ilkelere uygun olarak yürütülmesini isteyen “dörtlü takrir”i parti meclis grubuna veren CHP milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan isimleri Demokrat Parti’nin kurucu üyeleri olmuşlardır. Bundan sonra 1946 yılı içinde tam 13 tane parti içişlerinden izin alarak siyasi etkinlik göstermeye başlamışlardır.

Demokrat Parti, 1946 yılında yapılan ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin denetiminde gerçekleştirilen seçimlerde nispeten iyi oy almasına karşılık dar bölge bir seçim sisteminin uygulanması dolayısıyla 465 milletvekilliğinden 65 tanesini kazanabilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaşın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile birlikte gerçek kazananı olan Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Coğrafyası’nda nüfuz kazanmasını sağlayacak olan planları ile aynı paralelde hedefleri olan Demokrat Parti, 1950 yılı seçimlerinin galibi olmuştur. Demokrat Parti tek başına iktidarı yakalarken, Genel Başkanı Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçilmiş, icraatları günümüze dek tartışmalara konu olan Adnan Menderes ise hayatının sonlanmasına neden olan 1960 İhtilalı’na kadar sürecek Başbakanlık görevini devralmıştır.

Umut EKER

www.tarihtendersler.com