İlk Müslüman Türk devletlerinde bir taraftan halkı zengin kılmaya yönelik önceki iktisadi anlayış devam ettirilirken diğer taraftan İslam dininin etkisiyle yeni anlayışlar ekonomide hâkim olmaya başlamıştır. Bunlar; israftan kaçınma, devletin üretimden çok denetimle ilgilenmesi, servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması ile adil gelir dağılımının sağlanması olarak özetlenebilir. Asya’da kurulan Karahanlılardan Mısır’da kurulan Tolunoğullarına kadar bütün Türk-İslam devletleri, ilk Türk devletlerinde olduğu gibi tarım ve hayvancılıkla beraber ticarete de büyük önem vermiş, özellikle İpek Yolu’nu kontrol altına almak ve ticaret yollarını askerî muhafızlar idaresinde emniyetli bir duruma getirmeyi amaç edinmişlerdi. Selçuklular kademe kademe İpek Yolu üzerindeki şehirleri ele geçirmeye çalışmışlardır. XI-XIII. yüzyıllarda bütün Türk devletleri Orta Asya, Doğu Avrupa yine Uzak Doğu, Hindistan, Akdeniz
limanları arasındaki ticari faaliyetlerden pay almaya çalışmış ve bunda çok başarılı olmuşlardır.Selçuklular ayrıca şehirlerin imarına önem vererek yeni fethedilen kentlerde vergi indirimlerine yönelik siyaset izlemişlerdir. Horasan’ı aldıktan sonra, yöre halkından bir yıl süreyle vergi alınmayacağını ilan eden Tuğrul Bey, Isfahan’ı fethettikten sonra kent halkına üç yıl vergi muafiyeti tanımıştır. Böylece savaşta harap olan şehirler, kısa zamanda eski canlılığına kavuşmuştur. Melikşah Döneminde elde edilen gelirler; ülkenin her yanında yaptırılan cami, medrese, kütüphane, türbe, saray, ribat, han, köprü, kale ve su tesislerine harcanmıştır.Mısır’da kurulan Türk devletleri ise Baharat Yolu’nun Akdeniz’e açılan limanlarını kontrolleri altında tutmayı ve bu yoldan azami gelir elde edecek politikalar geliştirmeyi ihmal etmemişlerdir. Bu amaçla başta Venedik olmak üzere Avrupa ülkeleri, ticaret toplumları ile ilişkileri sıkı tutmayı dış politikaları için önemli görmüşlerdir.
TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE İKTİSADİ KURUMLAR
İkta Sistemi
Türk-İslam devletlerinde iktisadi hayatın en önemli kurumlarından biri de ilk kez Hz. Ömer devrinde uygulanan İkta sistemidir. Fethedilen yerlerin askerlerin mülkü sayılması, orduyu ve maliyeyi sarsacak bir gelişmeydi. Hz. Ömer’in arazileri eski sahiplerine bırakarak bunların ödediği vergileri hazine hesabına tahsil edip askerlerin maaşlarına tahsis etmesi sonucunda İkta sistemi ortaya çıktı. Emevi ve Abbasilerde uygulanan bu sistem daha sonra Selçuklular tarafından geliştirilmiştir. Selçuklular Orta Asya’dan gelen Oğuz Türklerine yer bulmak, onlardan askerî kuvvetler oluşturmak, memleketi ve çiftçileri korumak amacıyla İkta sistemini uygulamışlardır. Uygulamada merkez tahsildar göndermiyor, vergiler bizzat İkta sahiplerinin kendileri (kumandan ve askerler)tarafından maaşlarına karşılık olarak toplanıyordu. Maaşlardan fazla olan gelirler ise senelik maktu bir vergi olarak devlete intikal ediyordu. İktalar özel mülkiyet olmadığından bunların hibe, vakıf ve satışına müsaade edilmezdi. Bununla beraber toprak babadan oğula geçmekteydi. Bu durum daha çok küçük İktalarda söz konusuydu. Devlet, feodal yapılanmayı önlemek için büyük İktalarda bu duruma izin vermiyordu. İkta sahipleri halktan kanunlarla tespit edilen vergiden başka talepte bulunamazlardı. Türkiye Selçuklu Devleti bu sistemi Anadolu’da küçük İktalar şeklinde uygulamıştı. Zamanla mirî toprakların vakıf veya nüfuzlu kimselerce geniş malikâneler hâline getirilmesi, Moğol istilası, iç çatışmalarda sultanların taraftar kazanmak için İkta topraklarını bazı kimselere özel mülk olarak dağıtması, sistemin zayıflamasına neden olmuştur. Bütün bunlara rağmen İkta sistemi yine de beylikler tarafından muhafaza edilmiş, Osmanlı Devleti tarafından devralınarak geliştirilmiş ve tımar sistemi oluşmuştur. Bu sistem ayrıca Musul atabeyleri vasıtası ile Mısır’a geçmiş, Eyyubi ve Memlûk devletlerinde uygulanmış ve hatta Hindistan’a kadar yayılmıştır.
Vergi Sistemi
İlk Türk devletlerinde olduğu gibi Türk-İslam devletlerinde de vergiye önem veriliyor ve toplanan vergiler önemli gelir kaynağı oluşturuyordu. Türk-İslam devletlerinde uygulanan İslam hukuku, vergi sisteminin oluşumunda da etkili olmuş ve vergi sistemi, bu doğrultuda şekillenmiştir. İslam vergi hukukunda zekât, Müslüman halktan, belli bir sayıda hayvanı, değerli maden ve ticari eşyası olan kişilerden 1/40 oranında alınırdı. Öşür Müslümanlardan, haraç ise gayrimüslim halktan yetiştirdiği ürün üzerinden alınıyordu. Cizye ise devletin koruması karşılığında askerlik çağındaki gayrimüslim halkın erkeklerinden alınan bir vergiydi. Çocuklardan, kadınlardan, ihtiyarlardan ve din adamlarından bu vergi alınmazdı. İktisadi teşkilatlanmanın da temeli olan İkta sistemiyle zirai vergiler hazineye girmeden sipahilerin maaşlarını karşılıyordu. Vergiye esas olan toprak birimine çift-i avâmil deniyordu. Çift başına yıllık vergi 1 dinardı. XII. yüzyılda bu tür vergiler Anadolu’da nakden toplanıyordu. Ayrıca bağlı devlet ve beyliklerin ödediği vergiler, kervanlar, çeşitli iş kolları, tüccarlar ve pazarlardan (bac) alınan vergiler devletin önemli gelir kaynaklarını oluşturuyordu. Yol, köprü yapımı ve bakımı veya herhangi bir sosyal hizmetle meşgul olan köylerden bazı vergiler alınmazdı. Türk-İslam devletlerinde vergi sistemine ilişkin bu uygulamalar daha sonra Osmanlı Devleti Döneminde daha da geliştirilerek uygulanmaya devam etmiştir.
Ahilik
Türk-İslam devletlerinde ekonominin diğer bir önemli unsuru da ahilerdi. Şehirlerde kurulan ve gayrimüslimlere kapalı olan meslek birlikleri olan loncalar ahilerce işletiliyor ve böylece iktisadi faaliyetlerin önemli bir kısmının Müslüman Türkler tarafından yürütülmesi sağlanıyordu. XIV. Yüzyılın ünlü seyyahlarından Ibn-i Batuta eserinde, Anadolu’ya yerleşmiş Türkmenlerin yaşadıkları her beldede ahilerin, bekâr ve sanat sahibi gençlerden müteşekkil, birbirleriyle çok sıkı bir dayanışma içinde olan bir tür cemiyet olduğunu, gençlerden her birinin halk içinde gözde bir mesleği icra ettiğini belirtmektedir. Mesleki yeterliliği benimseyen, kaliteli, bol ve ucuz üretimi gerçekleştiren ahi birlikleri üretim ve dağıtımın düzen içinde gerçekleşmesini sağlayarak halkı refaha kavuşturmuş ve Osmanlılar Döneminde de faaliyetlerini sürdürmüşlerdi.
Vakıf Sistemi
İktisadi refahı toplumun tüm kesimlerine yayma aracı olan vakıfların kökeni Türklerde Uygurlara kadar gitmektedir. Çin vakayinamelerinde, Uygur ülkesinde fakirlik olmadığı ve bir kişinin maddi sıkıntı içine düştüğü takdirde toplumun ona yardım ederek muhtaçlıktan kurtardığı kaydedilmektedir. İslam tarihinde Abbasiler Döneminde hukuki bir statüye kavuşan vakıf kurumu Karahanlılar ve Gazneliler dönemlerinde görülmesine rağmen Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulması ve doğudaki Müslümanların
Türk hâkimiyeti altına girmesiyle hızla yayılmıştır. Selçukluların İslam dünyasının liderliğine yönelik siyasetleri, ülkenin her tarafında birçok dinî müessesenin açılmasına, özellikle vakıfların kurulmasına yol açmıştır. Büyük bir mali güce sahip olan Selçuklu sultanları, şehzadeleri, devlet adamları ve ileri gelen zenginler, vakıf tesisinde birbirleri ile adeta yarışmışlardır. Selçuklulardan sonra diğer
Türk-İslam devletleri de hâkim oldukları yerlerde vakıflara önem vermişlerdir.
Vakıfların gelişmesinde İslam dininin hayrı teşvik etmesinin yanında artan gelirlerin lüks ve ihtişamdan ziyade sosyal refahı yükseltmeye yönelmesi de etkili olmuştur. Türkiye Selçuklularında sosyal ve iktisadi refah XIII. yüzyıl başlarında I. Keykavus ve I. Keykubad zamanlarında zirveye ulaşmıştı. Bu yüzden XIII. yüzyıl Orta Çağ Avrupa yazarları Türkiye’yi efsanevi zenginlikler diyarı olarak göstermişlerdir.
XI – XIII. YÜZYILLARDA ANADOLU’DA EKONOMİK HAYAT
Coğrafi konumu itibarıyla çok eski devirlerden beri tarım, ticaret, sanayi vb. alanlarda önemli bir merkez olan Anadolu, bu özelliğini Türkiye Selçukluları Döneminde de devam ettirmiştir. İklim şartları ve toprakların elverişli olması, İkta sisteminin uygulanması ile tarımsal alanda büyük artış sağlanmıştır. Ahiler tarafından teşkilatlandırılan sanayi, zirai ve hayvani ürünleri değerlendirip madenleri işleyerek ticari faaliyetleri desteklemiştir. Türkiye Selçuklu sultanları Karadeniz ve Akdeniz limanlarını fethetmiş, buralara Türk tüccar ve sermayedarlarını naklederek ithalat ve ihracat müesseseleri kurmuştur. Latinlerle ticaret anlaşmaları imzalamış ve çok düşük gümrük tarifesi uygulamışlardır. Ayrıca saldırıya uğrayan tüccarın zararlarını hazineden tazmin eden uygulamanın, bir nevi “devlet sigortası”nın gerçekleştirilmesi dünya ticaret tarihi bakımından da çok önemlidir. Bu tedbirlerin yanında Anadolu’nun kervan yolları üzerinde inşa edilen kervansaraylarda yolcular, hayvanları ile birlikte 3 gün ücretsiz kalıyor, yemek yeme imkânına sahip bulunuyor, hastalar tedavi ediliyor ve fakir yolculara ayakkabı dâhi veriliyordu. Büyük kervansaraylarda hastahane, mescid, tabib ve ilaç bulundurulması da Selçukluların ulaştığı seviyeyi göstermektedir. Sultanlar ve vezirler tarafından yapılan kervansaraylarda, zengin-fakir, hür-köle, Müslüman- Hristiyan farkı gözetilmeden bütün yolcuların eşit muameleye tabi tutulacağı vakfiyelerde belirtilmiştir. Bütün bu uygulamalar Anadolu’nun iktisadi açıdan son derece gelişmesini sağlamıştır.
Selçukluların Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’da zayıflamasıyla mevcut durum değişmeye başlamıştır. İktisadi refah Moğollar devrinde bir süre daha devam etmiştir. 1260’tan sonra Moğollara karşı başlayan aralıksız isyanlar, uç beylerinin itaat etmemeleri, Anadolu’da artık her türlü huzurun sona erdiğini göstermekte idi. Selçuklu hükûmetinin, Moğollara taahhüt ettiği vergileri verememeleri, paranın değerinde yaşanan düşüşler, İlhanlı hazinesinden alınan borçlar iktisadi düzenin bozulmuş olduğunu göstermektedir.
Yine bu dönemde Moğollara karşı başlayan çarpışmalar, bölge devletleri arasındaki savaşlar toprak düzeninin bozulmasına, dış ticaretin zayıflamasına ve Anadolu’nun iktisadi yönden gerilemesine neden olmuştur. Tarlaların ekilememesi ve ekinlerin göçebeler yahut savaşan taraflarca hasara uğratılması köylünün ekim gücünü azaltmıştır. Ayrıca sık görülen kuraklık ve çekirge afeti memlekette çok ağır bir açlık ve sefalete yol açmıştı. Bu dönemde ziraat, sanayi, ticaret ve transit yollarının eski önemlerini kaybetmeleri bakımından Türkiye ciddi bir buhran geçirmiş, fakat uçlarda başlayan yeni fetih hareketleri memleketin iktisadi hayatına tekrar bir canlılık getirmiştir. Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’da kurulan beylikler kısmen de olsa ekonomiyi canlandırmışlardır. Hâkim oldukları bölgelerde siyasi istikrar tarım ve ticaretin gelişmesini sağlamıştır. Venedik, Ceneviz, Floransa, Napoli gibi devletler beylikler döneminde de ticari faaliyetlerine devam etmişler, bu devletlerle ticari anlaşmalar yapılmıştır.Konumu ve kaynaklarıyla bazı beylikler ekonomik açıdan ön plana çıkmıştır. Karamanoğulları kurulduğu bölgedeki geçitlerden; Ramazanoğulları Çukurova’daki tarımdan, hac ve ticaret yollarından; Saruhanoğulları ve Menteşeoğulları gibi beylikler sahip oldukları donanmayla ticaretten; Candaroğulları da demir ve bakır madenlerinden önemli ölçüde gelir elde etmişlerdir. Ekonomi o kadar canlanmıştı ki bazı Anadolu beylerinin kendilerine ait sikkeleri de mevcuttu.