Türk, Savun Kendini

   Ermeniler Göbeklitepe’yi hemen sahiplendiler çünkü Yunanlılar gibi onlarda da hırsızlık genetik! Lakin tarihleri bu sahiplenmeye kifayetsiz. Osmanlı’da bir hırsızlık olduğu zaman bunu Ermeniden bilirlerdi.
Bk.Hammer,”Geschichte des Osman” Raiches Vlll. s.110
Dr.Alfred Körte”Anadolu’daki Ermeniler” araştırmasından 1896;
“Bir Yunanlı iki Yahudiyi, bir Ermeni de iki Yunanlıyı kandırır.” Onlar(Ermeniler), İngiltere’yi bile, kendi işlerine geliyorsa karanlığa sürükleyebilirler.
Bunlar durduk yere yazılıp söylenmiş olabilir mi? Çünkü onların entrikalarından ve yalancılıklarından dolayı yazılı mukavele bir işe yaramaz. İster İstanbul da hamal veya hizmetçi, ister Anadolu da bir bakkal veya han sahibi olsun, normal bir Ermeni’nin tek hedefi para kazanmaktır, diğer bütün hedefler para kazanmaktan sonra gelir.
Ermeni parayı çok sevdiğinden ölçülü yaşar, zevk alacağı şeylerden uzak durur. Paradan dolayı genç bir Ermeni, genç karısının Van’da veya Bitlis’te kalmasına ve hatta kendinden habersiz karısının bir başkasından gayri meşru çocuk doğurmasına göz yumar.
Para için hiç düşünmeden yalan söyler ve dolandırır. Aleni olarak hırsızlık yapmayı, korkaklığı sebebiyle beceremez, fakat her türlü dolandırıcılığı, spor olarak kabul eder. Bu her şeyden kazanma hırsı, Ermeniler’e oldukça geniş bir idrak meselesi, mukavemet ve kendini gizleme kabiliyeti sağlamıştır.
Bu melekeler ona her yerde zenginliklerini devam ettirmesini sağlamıştır ve ayrıca Ermeniler’in birbirini desteklemesine ve gayelerine ulaşmalarına yardım eder.
Aksiliklerin bazen üst üstte geldiği gibi Ermeniler’de nerede olursa olsun beraberdirler. Mesela büyük bir apartmanda Ermeni hizmetçilerin yanı sıra Yunanlılar’ı ve ve Hırvatlar’ı çalıştırmak mümkün değildir. Ermeni hizmetçi, entrikaya yatkınlığından dolayı,Yunan, Bulgar ve Hırvat hizmetçileri takip eder, daha sonra efendisine ihbar eder ve sonunda onların yerine başka bir Ermeni’yi yerleştirir.
Fakat burada Ermeni ifadesine sınırlama getirmek gerekir: Ermeni bir diğer Ermeni’ye ancak kendi mezhebinden olduğu sürece yardım eder. Ortadoks, Roma-Katolik ve Protestan Ermeniler birbirinden aşırı derecede nefret ederler.
Mesela Ankara’daki Roma Katoliği bir Ermeni’ye vilayeti sorulduğunda; “ben katoliğim” diye cevap verir. Dini fikir ayrılıkları, Ermeniler’deki milliyet duygusunu tamamen ortadan kaldırmıştır, fakat bu mezheplerin hiç birinin Ermeni’nin ahlak anlayışına tesiri yoktur.
Roma-Katolik veya Protestan bir Ermeni’den, Ortadoks bir Ermeni’nin hiç bir farkı yoktur. Türk köylüsü ve vatandaşı, bu düşmana karşı oldukça savunmasızdır, çünkü Ermeni’yi güçlü yapan doymak bilmeyen kazanma hırsı Türkler’de hiç yoktur.
Anadolu köylüsü, her zaman söylendiği gibi çok tembel değildir, o tarlasını tıpkı ataları gibi işlemekte, fakat kendini yıpratarak mal biriktirme düşüncesi aklına hiç gelmemektedir. Ölçülü işiyle hayatını kazanır, kahvesinin ve nargilesinin keyfini çıkartmak ister.
Bu hayat tarzı onun gelenekçi gücünü sağlarken, aynı zamanda ekonomik güçsüzlüğünde sebebidir. Her iki ülke insanlarının zıtlıklarını önce Türk, daha sonra Ermeni hanına giden biri en açık şekilde görür.
Türk hanında sakin ve ağırbaşlı bir şekilde karşılanırsınız; çıplak odalar, dini inançlar bakımından dokunulması yasak olan örümceklere varıncaya kadar temizlenmiştir. Oda sert fakat olan örtü ve yastıklardan ibarettir. Hayvanlara neredeyse insanlardan daha iyi bakılır; at, teri soğumadan ahıra götürülmez ve belli bir ölçünün dışında ona arpa verilmez. Avrupalı seyyah, Türk adetlerine ters düşen bir şey isterse pek anlayış bulamaz ve bu durumda han sahibinin mırıldandığını hisseder.
Han sahibi şu esastan hareket eder;
“Yabancı memlekete seyahat eden birinin, oranın adetlerine uyması gerekir.” Hayvanın bakımı ve oda fiyatı için önceden pazarlık gerekmez, çünkü bu sabahın erken saatinde sükunetle halledilir. Bir Türk hanının temel özelliği; belki biraz rahat olmayışı, fakat itinalı oluşudur.
Bu durum, sayıları maalesef fazla olan Ermeni hanlarında tamamen değişiktir. Burada iki genç, atı almak için hemen hana gelen misafire doğru koşarlar. Fakat at sahibinin bunların atı kapıya bağlamalarını değil de, dolaştırdıklarını düşünmesi onun hüsni niyetinin bir ifadesidir. Han sahibi onu, gülümsermiş gibi sırıtarak ve her şeyin-“Çelebiyi” memnun etmek için emrine amade olduğunu belirterek yırtık bir halı, siyah ve kırık bir ayna ve kötü bir krolomitograftan ibaret Avrupai bir görüntü vermek istediği odasına götürür. Bitip tükenmek bilmeyen iltifat ve telkinlere karşı insan kendini zor savunur. Temizliği tartışma götüren bir sürü yorgan içinde günün yorgunluğu çıkarılmak istense bile, gece dolaşan böceklerden, Müslüman hanını kıyaslarsanız daha çok rahatsız olursunuz.
Seyyah veyâ yâveri yeterince dikkatli olmazlarsa ata kararlaştırılan miktarın yarısı kadar arpa verilir, veya önce yem verilir, on beş dakika sonra yemin fazlası geri alınır. O zaman da, ağır yem fiyatında hana gelir gelmez anlaşma yapmayan ve han sahibinin bütün tekliflerini kabul eden zavallı seyyahın hesabı ertesi sabah ölçüsüz derecede artar ve hesap büyük bir İsviçre otelinden aşağı kalmaz. Ermeni hanından kazıklanmadan çıkılmaz üstelik bunu yüzünüze gülerken yaparlar.
Anadolu da bir çok köylerde bulunan Ermeni bakkalları ise çok daha tehlikelidir. Türk köylüsü ne kadar mütevazi yaşasa da, bazı şeylere ihtiyacı vardır, mesela kahve, tütün veya bâzen de şeker. Bardak, fincan, fırça vb. bulabildiği bu bakkallardan, köylü bunları da satın alabilir.
Köylüye krediyi ancak belirli şartlarla, meselâ tiftik keçisinin yününü ve afyonunu kendine çok düşük fiyatla sattığı zaman verir. Böylelikle köylünün eli kolu bağlanmıştır; köylü fakir, Ermeni bakkal ise zengin olur.”sülük” köylüyü emdikten sonra şehre gider ve köydeki yerini diğer bir Ermeni vatandaşı alır. Nüfusu 10.000’in üzerinde olan Ankara, Sivrihisar, Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar gibi büyük şehirlerdeki ticaret, Ermenilerin elindedir; tabîî ki yönetim de.
Çünkü büyük ve küçük hırsızlıklar sözü, Türkiye’de daha çok söylenmektedir. Türkler’i sömürmeleri neticesinde, haklarındaki şikayetler ayyuka çıkan Ermeniler’in baskısı hükümet tedbirleri neticesinde, meselâ köylerde ev ticaretinin yasaklanması gibi kısmen azaldı.
Yukarıdan Ermeniler’e sert bir hava esmesi Ermeniler’in durumunu bozdu. Anadolu’ya, Bulgaristan, Rumeli ve Dobruca’dan gelen muhacirlerin Ermenilerin ekonomik bağımlılığına girmemesi büyük bir mutluluk olurdu; bunun gerçekleşmesi için şartlar pek de namüsait değildi.
Eskiden büyük bir Türk köyü olan İnönü’de yaşlı bir köylünün Ermeni”lerin tehlikeli olduğunu, bana söylediği ifade doğrulamaktadır: “Burada hepimiz Türküz. Köyde hiç bir Ermeni”nin, Yunanlı”nın olmaması bizim için büyük bir mutluluktur.” Bu ifadelerle ben tabîî ki Bitlis’teki vâkıaları savunmak istemiyorum. Fakat Müslümanların oldukça sinirlenmesine ve öfkelenmesine sebebiyet veren olayları, zamanında Ermeniler’in yaptığı düşüncesine de sahibim.
Ermeniler’in oldukça avantajlı, sosyal durumlarını, Körte gibi Ermeniliği iyi tanıyan araştırıcılar da tespit ediyorlardı.
Alman Konsolos Bay V. Saurna Jelstsch(yukarıda bahsedildiği gibi) Ermeniler’in durumunun umumiyetle oldukça iyi olduğunu ve Ermenilerin bitmek tükenmek bilmeyen kazanma hırsının Türkler arasında kızgınlıklara sebebiyet verdiğini belirtir; hatta papaz Lepsius, Türklerin çoğunun Ermenilere ağır biçimde borçlandığını itiraf etmektedir.
Dr.Körte’nin sadeliğiyle dikkati çeken ifadelerini sona erdirerek “Berliner Tegesblatter” deki, İstanbul’da meydana gelen olaylar hakkındaki haberinden bir parça veriyorum. Şarkta uzun yıllar kalan muhabir şöyle yazıyor:
Avrupalılar Ermeni’yi yukarıda sayılan özelliklerinden ötürü Türk’e tercih ederler, o zekidir, sebat ve sabır göstermesini bilir, işinde sürekli çalışır. Ermeni, Türkle kıyaslandığında durumu oldukça iyidir. Fakat Türkler’in de iyi tarafları vardır. O çalıskandır, kanaatkardır
Bu sanaatkârlığı Ermenilerde göremeyiz. Müslüman Türkün ağzından en iyi lokmaları kapan göçmen Ermeninin Müslümanlardan daha iyi durumda olasına rağmen padişah ve islamı kötülemesi hatta ayaklanarak Osmanlıyı arkadan vurmaya kalkması bir çok olayın meydana gelmesine sebep oldu.
Akıllı ve modern düşünceli bir Türk Harbiye Nâzırı Zeki Paşa bu konuda şunları ifade ediyor:
“Avrupa’nın Ermeniler’i koruması bizleri şaşırtıyor. Onların söylediğine göre sopalı zaptiyeler hareketi başlatmışlar…halbuki hareketi hazırlayan, başlatan hep Ermeniler olmuştur. İsyanlar için silaha ihtiyaç duyulur, fakat sopalar daha kolay bulunabilir… tabi ki Avrupa, Ermeniler’e silah sağlıyor, Türkler’in sopayla silaha karşı kendilerini savunmaları imkansız. Bazı durumlarda Ermeniler Türklerden daha iyi, daha serbest teşkilatlanmışlardır. Gülünç denecek kadar az bir vergi ile askerlik hizmetinden kurtuluyorlar. Ermeni Patriği Müslüman din adamlarından daha yetkili. Ermeniler’in yönetimle ilgili problemleri olduğunda veyâ haksız bir durumla karşılaştıklarında ondan yardım ve aracılık isteyebiliyorlar. Bizim Müslüman halkımızla idare arasında hiç bir aracı yoktur. Sade vatandaşlarımız,    Ermeniler’in kendisinden daha iyi durumda olduğunu, büyük şehirlerde nüfusun sadece %20’sini teşkil ettikleri halde en üst yönetime de sahip olabilme isteklerini bir türlü anlayamıyorlar. Ayrıca Avrupa’nın da kendisine, Ermeniler’i koruyucu süsü vermesini kavrayamıyor. Bütün bunlara rağmen biz yüksek mevkidekiler hiç bir şeyi ifâ etmiyoruz. Fakat halkımız, bombayla İslam’i parçalamak isteyen Ermeniler’in yaptıklarının bir Hristiyan fanatizmi olduğuna inanmaya başlıyor.
Harbiye Nazırı haksız değil. Hristiyan Avrupa fanatizmi ve riyakar tolerans politikası, yanlış anlaşılan, sadece sosyal ve politik meseleye Hristiyan din kahramanlığının damgasını vurmak üzere birleşiyorlar, çünkü riyakarlar ülkesinin(ingiltere) menfaatleri böylesini gerektiriyor.
Ermenilerin ekonomik ve politik durumu diğer büyük şehirlerde olduğu gibi İstanbul’da da düşünülebilen en iyi seviyedeydi. Bugün de öyle(1896)
Moltke’nin “Hristiyan Türkler” dediği bu itiatkar, kazanmasını bilen ve hakim orkon adet ve göreneklerini tamamen kendine mal etmiş Ermeni halkı Osmanlı Devletinin değişim sürecinde önemli bir rol oynamayı(yıkıcı bir rolü) üstlenmiş görülüyor.
Ermeni halkı Osmanlı ülkesinde sade ve kapı bekçiliği ve ev uşaklığı yapmakla kalmıyor, aynı zamanda bütün zanaatlarda, küçük-büyük ticarette, hatta yönetimde en yüksek devlet makamlarına kadar önemli bir yer etmiştir.(Türkiye Mektupları s.35)
Ermeniler’in Hristiyan Rusya’da Ruslaştırılmak ve askerlik hizmeti yapmak yerine Müslüman Türkiye de kendi tarzlarına göre mutlu ve zengin olmayı geçmişte tercih ettiklerine şaşmamak lazım. Bütün Ermenilerin Rusya da yaşayan Ermeni Patriği, dindaşlarını şöyle uyarmakla bunun için akıllıca bir iş yapmıştır: ” Eğer siz menfaatlerinizi korumak istiyorsanız, Osmanlılara sadık kalınız. Bütün diğer çabalarınız(yıkıcı faaliyetleriniz) Türklerden ziyade size zarar verecektir. Mutlu yaşamak için size, Türkiye’den daha iyi bir ülke yoktur.”
Tigrans’ın torunları ne de mutlu yaşıyorlardı. Şehirlerde, kırsal alanlarda, Yunan ve Yahudilerin yerini aldılar; asil davranışlarla esnaflığa mütemayil olmayan Türkler’i mali yönden kendilerine bağımlı kıldılar. Son on yıllarda Türklerin büyük ölçüde mal varlığının Ermenilerin eline geçmesi inanılmaz şey.
Adım başına Ermeni sarrafa rastlanıyor. Oysa Bozkır’in kuyumcuları, altından elbise yapan Türklerin çocukları o cepheden bu cepheye koşarken üstünde oturdukları halıyı kaybediyorlar!
Devlet hizmetlerinde de Ermeniler bütün en yüksek mevkileri işgal ediyorlardı. Müslüman Bâb-ı Âli’nin dilini kolayca benimsediler, aynı âdet ve alışkanlıkları öğrendiler, kısa sürede dıştan da onlar gibi göründüler.
Gayri muntazam gelire ve ödemelerinde Ermeni tüccarın yanında hiç bir Yahudi tutunamadığından, en küçükten en büyüğüne kadar tefeci olarak önemli rol oynadığından, çocuklarının ve akrabalarının devlet hizmetinde kolaylıkla görev almaları ve yükselmeleri pek kolaydı.
Eğer Avrupalı sesler, reform olarak, Hristiyanların devlet makamlarına getirilmesini isterse, bu onların şartları hiç tanımadıklarını gösterir. Hristiyan Davut Paşa, bir bakandı, başka bir Hristiyan Rüstem Paşa genel valiydi. Daha bir çok Hristiyan aralarında iki tanesi vezir(başbakan), sefir, konsolos ve devlet şûrası azası, tümen generaliydi. Büro şefliği ve alt seviyedeki memuriyetlerden söz etmeye hiç gerek bile yok. Osmanlı da Türk yönetici pek azdı, rüşveti veren gayri müslim istediği yerdeydi.
Ermenilerin, Batıdan Kızılırmağa kadar olan bölgede Türkçe konuştukları, Ermenice ve Yunanca harflerle yazdıkları söylenebilir. Bunlar, Moltke’nin gerçek Hristiyan-Türk dediği Ermenilerdi. Buna karşı doğudaki ve iç kısımdaki Ermeniler, Kürt halkının yoğun olduğu yerlerde ise Ermenice konuşuyor ve yazıyorlardı.
Gregoryan Ermeniler birbirlerine karşı düşmanca davranıyorlardı. Gregoryanlar sık sık Katoliklere, devletin düşmanı olarak iftira ediyorlar, onları İstanbul’dan sürdürüyorlardı.(1827’deki olayın Baş Entrikacısı, zengin bir banker olan Kazas Artin’di). 1830 yılında Katolik patrikhanesinin kurulması, bu Ermeni fesatçılığına son verdi. Arkasından Katolik Ermeniler Roma, Paris ve Viyana’da kilise mensuplarının düzenlediği seminerler sayesinde Gregoryanları aşan bir ağırlık kazandılar. Anglo Protestanların himayesi altında gelişen Gregoryan Ermeniler, Bağımsız Ermenistan için çabaları sadece hayaldi. Asya Türklüğüne hor bakıyorlar, yarı cahil barbar olarak aşağılıyorlardı. Onların silahlanma çağrılarının, kışkırtıcı yazılarının arkasında, ” Bağımsız Ermenistan Devleti için savaş”provası saklıydı.
Alman Doç.Dr. Hans Barth’ın/ 1896 da Roma da yazdığı/ Türk, savun kendini kitabının 39-45 sayfalar.Çeviren Prof.Dr. Selçuk Ünlü

www.tarihtendersler.com