Tarihten İlginç Notlar

1967 Mısır-İsrail savaşında, Mısır askerlerinin, düşmanlarını beklerken İsrail ordusunun bir anda Süveyşin öbür yakasını geçerek dünyayı şaşırtığını… Mose Dayanın bu muazzam başarıyı daha sonra bir basın toplantısında : İsrail in bu başarılı stratejisi, Yavuz Sultan Selim in yıllar önce Mısırı fethederken uyguladığı harp planının bir kopyasıdır diye açıkladığını…(Bardakçı, İlhan;Tarihten Bugüne, Hülbe Yay., İstanbul 1983 s 284)
      1754de bile, Sultan III. Osman Hanın bir namesi Leh kralına ulaştırıldığında, kralın nameyi üç kere öperek başının üstüne koyduğunu ve kralın yanında bulunan devlet erkanının da derhal başlarını açarak saygı duruşuna geçtiklerini. (Köseoğlu, Nevzat; Türk Medeniyet Üzerine Düşünceler, Ötüken Yay. İst? 1990, s 261)
       Protestan mezhebinin kurucusu Martin Lutherin, Osmanlının Avrupa içlerine kadar ilerleyip, ortaya koyduğu adilane sistemle yerli halkın gönlünde taht kurması üzerine, halkını acımasızca sömüren yöneticileri:- Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresi altında yaşamaktansa, Türk idaresi fakirlere daha hayırlı gelebilir- diyerek Hristiyanları uyardığını.,,Yine Lutherin Hristiyanları Türklerle savaşmaya teşvik etmek için çıkardığı bir emirnamede -Türklerin başlattığı bir savaşta o ara karşı savaşan bir kimsenin, Tanrının bir düşmanı ve İsaya hakaret eden biriyle hakikatte bizzat şeytanla savaşmakta olduğunu düşünmeli ve bundan dolayı, masum bir kimsenin kanını döktüğü veya bir Hrıstiyanı öldürdüğü zehabına kapılmamalıdır- diye yazdığını,,(-Niyazi, Mehmed; Medeniyet Ülkesini Arıyor, Tuğra Neşr., İst.1991, s. 51, Niyazi, Mehmed; Medeniyet Ülkesini Arıyor, Tuğra Neşr., İst.1991, s. 58)
       Osmanlı Devletinin l521de Belgradı, l522de Rodosu fethetmeleri ve 1526da da Mohaçta büyük bir zafer kazanmalarının ardından batı dünyasında büyük bir panik yaşandığını…Çeşitli kentlerde toplanan Alman Meclisleri nin (Reich stag) , Türklere karşı ordu toplayıp sefer düzenleyebilmek için -Türk Vergisi- adı altında yeni bir vergi konulmasını kararlaştırdıklarını. (Kula, Onur Bilge; Alman Kültüründe Türk İmgesi, Gündoğan Yay . Ankara/1993, s. 86)
       Osmanlı idaresinde bir krallık olan Erdel Kralı Apafi ile birleşerek Osmanlı ordusuyla aynı safta çarpışan Orta Macar Kralı Tökeli İmrenin Osmanlı Devletine karşı itaat ve bağlılığını göstermek için mührüne: -Muin-i Ali Osmana itaat üzreyim emre Kral-ı Orta Macarım ki namım Tökeli İmre- beyitini kazıttığını . . (Ayverdi, Samiha; Hatıralarla Başbaşa, Kubbealtı Neşriyat, İst.1977, s.64)
       Osmanlı Devletinin zirvelerde şahlandığı, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazın vaaz verirkenDünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennetin de kendilerine ait olduğunu… söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennette yer bırakırlar mı? dediklerini…(Köseoğlu, Nevzat; Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, Ötüken Yay. İst / 1990, 260)      
      II. Bayezidin padişahlığı. döneminde İstanbula, Moskova kralının elçisi sıfatıyla Mihail Plachtneef isimli birinin geldiğini . . .Bu adamın, insanı istifra ettirecek kadar pis kokmasından dolayı yıkanması için hamama götürüldüğünde, bu keferenin hayatında hiç hamam görmemiş olup yıkanmak ve çamaşır değiştirmek adetine aşina olmadığı ve kimse ile görüştürülmeden pisliğinden dolayı İstanbuldan kovulduğunu… (Murat, İlhan; Tarihten Bugüne, 14 Ekim 1990, Zaman gazetesi)
       Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıllarca İstanbulda kalan ve yazmış olduğu eserini en büyük Hıristiyan hükümdarı II Filibe takdim eden İspanyol yazar Cristobol de Villalonun, dönemin Osmanlı topçuluğu hakkında: Dünyada hiçbir devletin,Türk topçusu ile mukayese edilebilecek topçusu yoktur. İstanbulda eski model olduğu için kullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim Bunlar bile İspanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi.Tophane sırtlarında çaptan düşmüş diye yığılan 40 kadar topu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluşturmak istemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum dediğini . . . (Öztuna, Yılmaz; Tarih Sohbetleri, Ötüken Yay, İst/1988, s. 350)
       17. yüzyılda Ruslarla yaptığı savaşı kaybederek Osmanlı Devletine sığınan İsveç Kralı 12. Charles(Demirbaş Şarl) ın, Türklerden gördüğü alicenaplık karşısında Poltavada esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü. Kurtuldum Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi. Önümde su, ardımda düşman, tepemde ateşler püsküren güneş. . .Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu, yine kurtuldum. Fakat bugün esirim. Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar, beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok, zindanda da değilim. Hürüm ve istediğimi yapıyorum. Lakin yine esirim asaletin nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar şefkatli , bu kadar yüksek kalpli, bu kadar asil ve bu kadar nazik milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak bilseniz ne kadar tatlı- diyerek şükranlarını ifade ettiğini…(-Türk Kültür ve Medeniyeti, cilt 1,Atatürk Ünv. Türk Kültür Ar. Ens.yay., Ankara/1956, s. 286)
        Balkanlardan Orta Doğuya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle Osmanlı, Osmanlı diye sayıkladığını … Budapeşteden gelen bir yazarımıza bir Boşnak,ın. Madem ki İstanbula gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbulu görmeden . alması! dediğini Trablusgarpdaki ihtiyar Cezayirlilerin , boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını…(Yakın Tarihimiz, 6 Eylül 1962, cilt 3, sayı: 28 s. 42. Vatan Gazetecilik A.Ş İst/1962 )
       Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadoluda karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisinin Sultan Abdülhamide gelip, küstahça: Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz? diye sorma cüretini göstermesi üzerine, Ulu Hakanın keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek: Filan gün, filan saatte Karadenizin filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz. cevabını verdiğini…Sultan Abdülhamidin bu muazzam istihbarat gücü karşısında İngiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaştığını… (Kısakürek, N. Fazıl; Ulu Hakan, Büyük Doğu Yay., İst?1988 s 244)       
       Kırım Savaşındaki büyük hizmetlerinden dolayı Fransız hükümetince kendisine nişan verilen Deli Hasan Ağanın bu nişanı takmadığını farkeden Fuat Paşanın ona takmama sebebini sorması üzerine: Paşam, benim vücudumda harpte kazandığım yedi nişan(yara izi) var. Onlar varken elin Frenkinin nişanını ben ne yapayım! diye cevap verdiğini (-Bayat,Prof Dr Ali Haydar Keçecizade Mehmet Fuat Paşa,Türk Dünyası Arş.Vakfı Yay.,İst,s.60 39-Aralov, S. İ; Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Birey-ToplumYay.İst/1985, s 233)
       Trablusgarp Savaşı,nda Osmanlı askerlerinin arasında bulunmuş olan Fransız gazetecisi Georges Lemo nun gördükleri karşısında hayretler içinde kalarak: Türk subayları içinde on iki kez yaralanmış olanlar vardı. Müthiş birşey kendileri ile konuştuğum zaman edindiğim intiba şu oldu: Türk subaylarında yenmek ve ölmek duygusu, cinnet derecesine varmış bir istek halinde yaşıyordu- diye hatıralarında intibalarını yazdığını… (Bardakcı,İlhan; İmparatorluğa Veda, Hülbe Yay., İst.1985, s. 344)
        Bütün Rönesans mimarlarının arayıp durdukları merkezi plan şemasını en mükemmel bir şekilde gerçekleştirmenin ancak Mimar Koca Sinana nasip olduğunu. . .Koca Mimarın fütuhat, saltanat, ilim ve sanat bakımından en muhteşem devrinde büyük bir imar kudretinin başında, şöhretli bir insan olmasına rağmen, yazma nüshalarda mur-u natuvan(güçsüz karınca). imzasında El-fakir Sinan Sermamaran-ı Hassa; beyzi mührünün ortasında imzasında El-fakir ül-hakir Sinan; kenarında ise: , Serm imaran-ı hassa müstemend Bende-i miskin kemine dermend (Fakir, aciz, hassa sermimaranı Dertli , değersiz, miskin bendeleri) diye kendisini tanıtarak yalnız mimarinin değil, tevazuun da üstadı olduğunu gösterdiğini. . (Göze, Ergün; Soruşturma, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay. ist? 1987.s. 197)
       16. yüzyılda Osmanlı Devletinin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine Hıristiyanlığın şövalyesi ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefanın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde: Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rusa yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler diyerek nasihat ettiğini …(2-Apuhan, Recep Şükrü; Ruhumda Darp İzi Var,Timaş, İst/1990 )
      Kore Savaşı sırasında bir Amerikan bataryasının isabet alıp parçalanmasından sonra, dört dakika gibi kısa bir süre içinde Amerikalıların bataryayı tekrar kurup ateşe başladıklarını ve bu çok süratli ikmal karşısında Türk binbaşısının hayretler içinde kaldığını gören Amerikalı generalin: Biz bu sistemi kurmadan önce bütün dünya ikmal teşkilatlarını etüd ettik. En mütekamil olanının Osmanlıların ki olduğunu görerek onu kabul ettik. Bu, sizden gelme bir usulün günümüze tatbikinden başka birşey değildir. dediğini, . .(Ayverdi, Samiha; Ne idik Ne Olduk, Hülbe Yay., İst?1985, s. 118)   
      Bizansı kurtarmak üzere İstanbula çağrılan Haçlı ordularının Hristiyanlığın mukaddes kilisesi Ayasofyanın tepesinde ki altın haçı sökerek eritip sattıklarını…Yıllar sonra Osmanlı ordusunun İstanbulun fethi sırasında bir yeniçerinin, fetih hatırası olarak saklamak maksadıyla Ayasofya nın küçük bir çini parçasını koparmak istemesini, Fatih Sultan Mehmedin tahribe teşebbüsle suçlayıp cezalandırdığını ,..(Bahadıroğlu,Yavuz; Yavuz Sultan Selim, Yeni Asya Yay, İst/1989, s. 65)
      Hayatı İla-yı kelimetullah adına hep at sırtında geçmiş Kudüsün Haçlıların elinde olmasından dolayı gülmeyi kendisine haram kılmış olan büyük İslam mücahidi Selahaddin Eyyübinin, vefat ettiği zaman yanında bulunan komutanlarda Mahmut Hanın elinde tuttuğu kılıcı havaya kaldırıp -Ey Cemaat-i Müslimin! İşte hükümdarınızın bütün serveti bu kılıçtan ibarettir- diye haykırdığını…(Bozgeyik, Burhan; Meşhurların Son Anları, Türdav, İst?1993, s. 205)
      9. asırda Buhara da yapılan Samanoğlu İsmail Beyin türbesinin İslam dünyasının ilk türbelerinden olduğunu…Bu türbenin yapımında kullanılan tuğlaların deve sütü ile yumurta akı karıştırılarak bunların çeşitli derecelerde pişirilmesinden elde ve edildiğini günümüze kadar sapasağlam dimdik ayakta kaldığını . . . (Bakiler Yavuz Bülent; Türkistan Türkistan. Türk Edebiyatı Vakfı Yay İst / 1986, s.274)
      Mekke Emiri Şerif Hüseyinin İngilizlerle anlaşarak Osmanlıyı arkadan vurduğunu ve mükafat olarak da İngilizler tarafından Hicaz Krallığına getirildiğini..Daha sonra Vehhabiler tarafından alaşağı edilerek İngilizlerin himayesinde Kıbrısa yerleştirildiğini ve hastalandığında da oğlu tarafından Ammana getirildiğini ve günün birinde adet vechile saray bandosunun bahçede konser verirken -İzmir Marşı-nı çalması üzerine, oğlunun babasının üzülmemesi için pencereleri kapattırmak isterken baba oldukça ibretli bir şekilde: -Evlat, neden o pencereyi kapıyorsun? Ben velinimetine ihanet etmiş asi bir kulum, günahım büyüktür. Kral olacağımı düşündüm. Allah beni sürgünlüğe düşürdü. Hastayım diye kapatıyorsun. Bırak pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim.Duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın; bu dünyada çektiğim ızdıraptan vicdan azabıyla büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenab-ı Hakk. bu günahkar kulunu dünyada affederek, ahirette hesap gününde cezadan korusun-dediğini.. .(Kafkas, Mehmet; Geçmişi Bilmek, cilt 1, Nil Yay., İzmir/1993, sh. 81)
      Tebasını Emanetullah olarak gören Osmanlı Devletinde, akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiğini.Aynı dönemde Avrupada ise, akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakıldığını. . İstanbuldaki bimarhaneleri giren Mongeri Perenin: Burası Avrupanın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir dediğini ve Osmanlının uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABDde ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiğini…(Göze, Ergun; Soruşturma, Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yay., İst/l987,Öztuna,Yılmaz; Tarih Sohbetleri, Ötüken Yay, İst?1988, s 47)
      Dünyada ilk toplu sözleşmenin Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiğini. Kütahya Vahid Paşa kütüphanesinde bulunan şeriye Mahkemesi sicilinin 57ci sayfasında kayıtlı belgeye göre, yeryüzündeki bu ilk sözleşme Kadı Ahmed Efendinin tasdiki ile 24 işyeri ile işçileri arasında imzalandığını .Bu sözleşmeye göre, Kalfaların, yardımcıların, ustaların ve vasıfsız işçilerin yevmiyelerinin tesbit edilip, her gün belli sayıdaki fincan imali karşılığı alacakları ücretlerin tesbit edildiğini…(Sevinç, Necdet; Osmanlılarda Sosyo-ekonomik Yapı.KutsanYay., ist?1978, s 164)
      Osmanlının, mukaddes beldelere verdiği büyük kıymetin ifadesi olarak Yıldırım Bayezid döneminden itibaren her yıl Mekke ve Medineye Surre Alayları tertip ettiğini…Bu Surre Alayları ile birçok hediyeler ve mukaddes belde fukarasına dağıtılmak üzere binlerce altın gönderilerek Allahın rızasının kazanılmasının gaye edinildiğini…Ayrıca en önemlisi de, bu Surre-i Hümayunda, padişahın yaptırıp gönderdiği Kabe örtüsünün bulunup bu örtünün merasimle yerine takılarak, eskisinin geri getirilip paylaşıldığını . . .Osmanlının, binbir güçlük ve darlık içinde bulunduğu dönemlerde dahi bu ananeyi terketmediğini…(Osmanlı Ansiklopedisi, cilt 2, Ağaç Yay., İst?1993, s.124)
       Merc-i Dabık Savaşı öncesi Büyük Hünkar Yavuz Sultan Selimin ordusunun önünde askerleriyle beraber göğüs göğüse çarpışmak için atını ileri doğru mahmuzlaması üzerine, sadrazam Sinan Paşanın padişahın ellerine sarılıp: -Şevketlü hünkarım, olmaya ki heyecana gelir, kendinizi ateşe atarsınız, yüreğimiz dilhun olur- diye gitmemesi için yalvardığını…Alem-i İslamın birliğini sağlama adına hayatı at sırtında geçmiş olan bu büyük dava adamının bunun üzerine: -Biz cennetmekan Fatih Sultan Mehmet Han,ın torunuyuz, çadır içinden savaş idare etmeyüz- diye haykırdığını. . .(Refik, İbrahim; Efsane Soluklar, . .T Ö V. Yay., İzmir/1992, s. 39)
 alıntı1 6.08.2008
www.tarihtendersler.com