Osmanlı Devleti’nde daha Kuruluş Döneminde kültürel ve sanatsal faaliyetlere önem verilmiş, Selçuklu Devleti ve Beylikler Döneminde önemli bir yere gelen Türk-İslam sanatı geliştirilmiştir. Ayrıca Iran ve Bizans sanatından da etkilenen Osmanlı sanatı, kendine has bir üslup oluşturarak dünya sanat tarihinde kendisine müstesna bir yer edinmiştir. Bu dönemde sanat; genel olarak mimari, süsleme ve el sanatları (maden, halı, minyatür, çini, hat vb.) şeklinde incelenebilir.
Mimari
Osmanlı sanatı kendisinden önceki Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi daha çok mimari alanda gelişmiştir. Selçuklu mimarisinin kaynaklık ettiği Osmanlı mimarisi, çeşitli dönemlerde üslubuna göre farklı özellikler göstermiştir. Buna göre erken, klasik ve geç dönem olmak üzere sınıflandırılan Osmanlı mimarisini dinî ve sivil mimari olarak iki kısımda inceleyebiliriz.
Dinî Mimari
Erken dönem olarak adlandırılan İlk Osmanlı mimari eserleri yoğun olarak İznik, Bursa ve Edirne’de yapılmıştır. Dinî mimari alanında cami, medrese ve türbeler inşa edilmiştir.
Osmanlı Devleti bu dönemde Selçuklu Dönemi camilerini örnek almakla birlikte bir arayış içinde farklı planlarda eserler vermişlerdir. Tek kubbeli, ters T planlı, çok ve merkezî kubbeli camiler ve Klasik Döneme geçiş camileri bu döneme ait örneklerdir.
Osmanlı Devleti’nin kendine has üslubunu oluşturduğu Klasik Döneme geçiş İstanbul’un fethiyle başladı. Devlet, siyasi alanda ulaştığı başarıları sanata da yansıttı. İlk kez merkezî kubbeli camilere yarım kubbeler eklemek ya da tek bir merkezî kubbe ile mekânı örterek geniş alan oluşturma amacı bir ölçüde gerçekleştirildi. Bu dönemin İlk örneği İstanbul Bayezit Camii idi. II. Bayezit Dönemi ile başlayan klasik dönem aynı zamanda “Büyük Külliyeler Devri” olarak adlandırıldı. Başlangıçtan itibaren görülen külliyeler şehir planlamasında belirleyici unsur oldu. Şehirler, merkeze yapılan külliyenin etrafında gelişme gösterdi. Bu dönemde Edirne, Amasya ve İstanbul’da yapılan külliyeler, şehirlerin Osmanlı kimliği kazanmasında önemli rol oynadı. Mimar Sinan’la birlikte inşa edilen camilerde merkezî plan geliştirilerek alanın üzeri tek bir kubbeyle örtülmüş ve başlangıçtan beri amaçlanan geniş mekân oluşturma çabaları başarıya ulaşmıştır. Mimar Sinan eserlerini inşa ederken o dönem teknolojisinin yanı sıra, matematik, statik, fizik vb. bilimlerden de yararlanmış ve yetiştirmiş olduğu öğrencileriyle kendinden sonraki dönemde de etkisini sürdürmüştür. Mimar Sinan’dan sonra tek kubbeli cami yapımı devam etmekle birlikte Şehzade ve Süleymaniye Camii’nde olduğu gibi destekleyici yarım kubbeler kullanılmıştır. Bu dönemin en önemli eserleri Yeni Cami ve Sultan Ahmet Camii’dir.
XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Avrupa ile olan siyasi yakınlaşmalar Osmanlı sanatını da etkilemiştir. Bu etkileşim sonucunda Batı sanatının bazı unsurları Osmanlı mimarisinde kullanıldı. Bu yeni tarz “Geç Dönem Osmanlı Mimarisi” olarak adlandırıldı.
Erken dönem medreselerinde Türkiye Selçuklu ve Beylikler Dönemi medrese planı devam ettirilmiştir. Kubbeli büyük bir dersanenin önünde açık avlu ve etrafında kubbelerle örtülü öğrenci odaları bulunmaktadır. Klasik Dönem medreseleri genellikle külliye içinde yer alırken bağımsız olarak yapılanları da vardır.
İlk dönemlerde kare planlı ve sade olarak yapılan Osmanlı türbeleri daha sonraları çokgen gövdeli olarak inşa edilmiş, iç ve dış mekânda süslemelere yer verilmiştir. Yapının gövde ve kubbe kasnağında pencereler açılarak aydınlatma sağlanmıştır. Mimar Sinan’la birlikte önü revakla örtülü türbeler yapılmıştır. Geç Osmanlı mimarisinde Türk Ampir usülüne göre yapılan II. Mahmut Türbesi iç süslemeleri ve dış yapı özellikleriyle bu dönemi yansıtmaktadır.
Sivil Mimari
Osmanlı Devleti; kuruluşundan itibaren İznik, Bursa, Edirne ve İstanbul başta olmak üzere fethedilen yerlerde sivil mimariye de önem vermiştir. Bu yapıların başında saray, köşk, kervansaray, han, çarşı (bedesten), sebil (çeşme), hamam ve su kemerleri gelmektedir.
İlk Osmanlı sarayları Bursa ve Edirne’de yapılmış ancak günümüze kadar gelememiştir. Osmanlı Dönemi en önemli sarayı dört asır devlete merkezlik yapmış olan Topkapı Sarayı’dır. Fatih zamanında yapılan bu saraya farklı dönemlerde eklemeler yapılmıştır. Geç Dönem Osmanlı mimarisinde dinî alanda olduğu gibi sivil alanda da Batı etkisi görülmüştür. İlk kez Türk saray mimarisi dışında Avrupa sarayları örnek alınarak Dolmabahçe Sarayı yapılmıştır. XIX. yüzyılın ortalarında Sultan Abdülmecit tarafından Hacı Emin Paşa, Serkis Balyan ve Nikogos Balyan isimli mimarlara yaptırılan Saray’ın planında Türk ve Batı anlayışı birlikte uygulanmıştır. Saray’ın dış ve iç süslemelerinde barok, rokoko, ampir özelliklerini gösteren birden fazla üslup kullanılmıştır. Bu özelliğinden dolayı Dolmabahçe Sarayı Geç Dönem Osmanlı mimarisinin Seçmeci (eklektik) Üslubu’na örnek oluşturmuştur. Anadolu’da Geç Dönem saray mimarisinin en güzel örneklerinden birisi de Doğubeyazıt’taki İshak Paşa Sarayı’dır. Cami, medrese, divan, harem, askerî koğuşlar, cephanelik, fırın, hamam ve iş atölyelerinden oluşan bu Saray sıcak, soğuk ve atık su kanallarıyla Osmanlıların ısıtma sistemine sahip İlk yapısıdır. Beyaz renkte yontma taştan bitki motifleriyle süslenen Saray’da Türkiye Selçuklu Sanatı’nın etkilerini gösteren taş süslemelerine ait güzel örnekler bulunmaktadır.
Türklerin farklı coğrafyalardan etkilenerek kazandıkları mimari tecrübeler zaman içinde kaynaşarak geleneksel “Türk evi”ni ortaya çıkarmıştır. Tüm Osmanlı topraklarında inşa edilen bu evler, bugün Balkanlarda ve Kırım’da görülmeye devam ederken etkileri Irak, Mısır ve Sudan’a kadar yayılmıştır. Genellikle Osmanlı evlerinde aynı plan uygulanmış, zengin bir kişi için inşa edilen bir konakla normal bir ev arasında bu anlamda bir fark olmamıştır. Bununla birlikte Anadolu’da, bölgesel farklılıklar, mimari üzerinde yerel ve ayırt edici özellikleri de beraberinde getirmiştir. Ancak XIX. yüzyıldaki Sanayi İnkılabının geleneksel yaşam biçiminde meydana getirdiği değişiklikler Türk evini de olumsuz etkilemiştir.
Türk-İslam devletlerinde ticari ve savunma amaçlı yapılan kervansaray mimarisi Osmanlı Devleti’nde gelişerek devam etmiştir. Bu eserler ticaret yolları üzerinde belirli aralıklarla yapılan kervansaraylar ve şehir merkezinde külliyeler içinde yer alan hanlar olarak inşa edilmiştir. Türkiye Selçuklu kervansaraylarının planı Osmanlı kervansaraylarında uygulanmaya devam edilmiş, malzeme olarak tuğla ve kesme taş kullanılmıştır. Osmanlı hanları ise iki katlı olarak yapılmış olup alt katlarında depo ve ahırlar, üst katlarında yolcuların kalmaları için odalar vardır. Osmanlı hanları aynı zamanda haberleşme ve alışveriş ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmiştir.
Osmanlı şehir hayatında malların saklandığı ve ticaretin yapıldığı bedestenler, dükkânlarla çevrili olup üzerleri kubbeler ile örtülüdür. Bedestenler genellikle taştan yapılmıştır ve dört yanı demir kapılarla çevrilidir. Osmanlı şehirlerinde halkın su ihtiyacını karşılamak için yapılan çeşmelerde mermer malzeme kullanılmış olup üzerinde kitabeler, geometrik ve bitkisel süslemeler bulunmaktadır.
Osmanlı su mimarisinin diğer önemli örneği de sebillerdir. Cadde ve sokak aralarına, külliyelerin dış kısımlarına, anıtsal çeşmelerin köşelerine yapılan sebiller, genellikle kubbelidir. Cepheleri demir parmaklıklarla süslüdür.
Süsleme Sanatları
Osmanlı Devleti diğer sanat dallarında olduğu gibi süsleme sanatlarında da önceki Türk devletlerinin mirasını devralmış ve bu alanda önemli gelişme göstermiştir.
Türk-İslam devletlerinde görülen minyatür sanatı Osmanlılarda saraya bağlı olarak gelişimini sürdürmüştür. Bunda saray tarihçiliğine bağlı olarak olayları resmetme düşüncesi etkili olmuştur.
El Sanatları
Müzik
Osmanlı Devleti’nde Türk musikisi gelişerek yayıldı ve hakimiyeti altındaki toplumlara da tesir etti. Osmanlıda musikinin öğretilip icra edildiği yer Enderun mektebiydi. Bunun yanında Mehterhane’de askerî musiki, Osmanlı toplumunun yapısında önemli bir yer tutan Mevlevilik ve Bektaşilik gibi tarikat ve tekkelerde ise dinî musiki icra edilirdi. Karacaoğlan, Köroğlu gibi halk şairleri de Türk sazı ile türküler söylerdi.
XIV. ve XV. yüzyılda yetişen Safiyüddin Urme ile Abdulkadir Meragî, XVI. yüzyılda da Kırım Hanı Gazi Giray Han önemli bestekarlardandı. Bu dönemde Türk musikisinin başlıca aletleri ney, kemençe, çöğür, zil, zurna, kopuz, bağlama, davul, kös ve tamburdu. XVII. yüzyılda ise Ömer Bey, Hafız Post Mustafa Itrî Efendi (ölümü: 1712) gibi önemli bestekarlar yetişti. Itrî, musikimize Neva-kar makamını kazandırdı. XIX. yüzyılın en önemli bestekarları İsmail Dede Efendi, Dellâlzade Ismail Efendi, Mehmet Zekai Dede, Hacı Arif Bey, Şevki Bey ve Tanburî Cemil Bey’di. Ayrıca 1826’da Enderun’da musiki okulunun kapatılması ve Mehterhane’nin de dağılmasıyla İtalyan Donazetti başkanlığında (1831) Mızıka-yı Hümayun kurulmuş ve Batı tarzında müzik akımını geliştirilmeye çalışılmıştır. 1908’de de Batı tarzında “Darülelhan” adı altında konservatuvar kuruldu. Bunun yanında Osmanlı padişahlarından da önemli musikişinaslar yetişmiştir: II. Murat, II. Bayezit, IV. Murat, II. Mustafa, III. Ahmet, III. Selim, II. Mahmut bunlara örnek verilebilir. III. Selim “Suzi dilara” makamını keşfetmiş ve besteler yapmıştır.