Ahmet Rüstem Bey (Alfred Bilinski)(1862-1935)

Ahmed Rüstem 1862 yılında Midilli’de doğdu. Babası 1854’te Osmanlı hizmetine girerek Nihat Paşa adını alan Polonyalı Bilinski’dir. Ahmed Rüstem, ilk ve orta öğrenimini İzmir İngiliz Okulu, İstanbul Kadıköy Fransız Frerler Okulunda tamamladı. Avusturya Lemberg Siyasal Bilgiler Okulundan yükseköğrenim diploması aldı. Müslüman olduktan sonra Alfred Bilinski olan adını Ahmed Rüstem olarak değiştirdi. 1882’de Bulgaristan Komiserliği Fransızca kâtipliği ile devlet hizmetine girdi.

Bir müddet burada hizmet ettikten sonra Osmanlı Devleti adına 1897’de Washington Sefareti Başkâtipliği’ne atanan Ahmed Rüstem Bey, 10 Temmuz 1898’de Londra Sefareti Başkâtipliği’ne getirildikten kısa bir süre sonra 11 Ocak 1899’da yeniden Washington Sefareti Başkâtipliği’ne ataması yapıldı ve burada ikinci kâtiplik görevinde bulundu.

ABD’de ikinci kâtiplik görevinde iken Büyükelçilik mensuplarının aylıklarını alamadıklarını ve kötü durumda olduklarını bu yüzden de çeşitli yolsuzluklar yaptığını görmüş ve Londra’da çıkan “Daily Mail” adlı gazetede bu durumu ve yolsuzlukları anlatan bir makale yazdı.

21 Nisan 1914 tarihinde Ziya Paşa’nın yerine Washington Sefaretine bu sefer Sefir (Büyükelçi) olarak üçüncü kez Ahmet Rüstem Bey’in atanmasına dair karar alınmıştır. Ahmet Rüstem Bey, son hariciye görevi olarak aldığı Amerika Büyükelçiliği’ne 24 Haziran 1914’te başlamıştır. Osmanlı Devleti tarafından Amerika’ya gönderilen ilk büyükelçi Ahmet Rüstem Bey’dir. Ahmet Rüstem Bey’den önce Amerika’da görev alan elçiler ortaelçi sıfatındadır.

Ahmet Rüstem Bey’in Büyükelçi olarak Amerika’daki ilk faaliyeti Yunanistan’a satılmak istenen iki zırhlının satışını engellemeye çalışmak oldu. Savaş şartlarının hüküm sürdüğü dönem içerisinde İngiltere, Osmanlı Devleti’nden parasını peşin aldığı iki zırhlıya el koyduğunu açıkladı. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin zırhlılarına el koyduğu bir dönemde Amerika ise Yunanistan’a Idaho ve Mississipi adlarındaki zırhlılarını satmaya karar verdi. Bu satış çok gizli tutulmasına rağmen Ahmet Rüstem Bey bunu öğrendi ve bu satışı engellemek için girişimlerde bulundu. Başkan Wilson’a kadar çıkarak, bu satışın barış şartlarını tehlikeye atacağını, Yunanistan’ı Osmanlıya karşı kışkırtacağını, Yunan saldırılarını arttıracağını bildirmiş ve zırhlıların satılmasından vazgeçilmesini istemiştir. Ahmet Rüstem Bey, bu satışı durduramamıştır fakat Wilson’un, Venizelos’tan satılan gemilerin savaş amaçlı kullanılmayacağı konusunda güvence almasını sağlamıştır.

Ahmet Rüstem Bey, Sadrazam Sait Halim Paşa’ya bir rapor göndererek Yunanlıların yirmi seneden beri Türkler aleyhine propaganda yaparak Amerika’da Türk aleyhtarlığı yarattığını söyledi. Ayrıca bu propagandalara propaganda ile cevap verilmesi gerektiğini, bunun için kendisinin de devamlı olarak gazetelere makaleler yazdığını, demeçler verdiğini ve bu türlü çalışmalara devam edeceğini bildirdi.

Rüstem Bey’in Amerika’da bulunduğu sırada, Türkler aleyhine bir karalama kampanyası başlamıştır. Bu kampanyada Türklerin Ermenileri katlettiği söyleniyor ve bu iddialar Amerikan basınında sıkça yer buluyordu.

Türklerin, Hristiyan Ermenileri kılıçtan geçirdiği ve Amerikan başkanını harekete geçmesi gerektiği şeklinde yoğun bir propaganda başlamıştı. Amerikan basını Türk Devleti ve milleti aleyhinde olmadık hakaretleri yapıyordu. Bu çirkin karalama kampanyası Ahmed Rüstem Bey’i çok üzmekteydi. Bu haksız saldırılara basın yoluyla karşı koymaya karar verdi. Nitekim 8 Eylül 1914 günü Evening Star gazetesine bir demeç verdi. Bu demecinde Amerikan basınında Ermenilerin katledildiği yolunda çıkan haberlerin yalan olduğunu söyledi. Fransa, İngiltere ve Rusya’nın geçmişte yaptıklarını hatırlatarak, Amerika’nın Filipinleri işgal ederken yerli halka uyguladığı Water Cure denen işkenceleri ve Amerika’da hemen her gün işlenen yüz karası linç suçlarını hatırlattı, Ayrıca İngiltere ve Fransa’nın Amerika’yı savaşa sokmak için tahrik ettiğini açıkladı. Amerikan Başkanı Wilson, bu demece öfkelenerek Türk büyükelçisinin derhal istenmeyen adam olarak ilanını istedi.

Ancak Dışişleri Bakanı Bryan’ın Osmanlı Devleti ile bozuşmanın Amerika’nın çıkarlarına zarar vereceğini söylemesi üzerine olayın soruşturulmasına karar verildi. Amerikan Dışişleri Bakanı 11 Eylül günü Ahmed Rüstem Bey’le bir görüşme yaptı. Ahmed Rüstem Bey’in Wilson’dan özür dilemesi halinde ülkede kalabileceği bildirildi. Ahmed Rüstem Bey sözlerinin arkasında olduğunu söyleyerek, demecinin nedenini yazılı olarak vereceğini bildirdi. Yazılı olarak verdiği cevabında, söylediklerinin ve yazdıklarının doğru olduğunda ısrar ederek, vazifesinin Osmanlı Hükümeti’nin ve Türk milletinin haklarını savunmak olduğunu, bu yaklaşımın normal bir elçinin görevlerinden olduğunu, davranışlarında özür dilenecek, yanlış ve diplomatik teamüle aykırı bir yan olmadığını beyan ederek, özür dilemeyi reddetti. 20 Eylül’de Başkanın görüşünü kabul edemeyeceğini ve on beş gün içinde İstanbul’a hareket edeceği cevabını verdi.

Ahmed Rüstem Bey, Amerika’da gerçekleri ortaya koymaya çalışırken, İstanbul’da hükümet 1536 yılından beri süre gelen ticarî imtiyazları ilga etmek üzere girişimlere başlamıştı. Kapitülasyonlar son yıllarda Osmanlı Devleti için gittikçe tehlikeli bir hål almakta idi. Osmanlı Hükümeti 8 Eylül 1914’te kapitülasyonların tek taraflı olarak kaldırmaya karar verdi. Bu karar ertesi gün bütün yabancı devletlere tebliğ edildi. Kapitülasyonların 1 Ekim 1914 tarihi itibarıyla kaldırılacak olması, imtiyaza sahip devletlerin protestolarıyla karşılaştı. Amerika Birleşik Devletleri de protesto eden devletlerarasında idi. Washington’da Osmanlı büyükelçisi olan Rüstem Bey, kapitülasyonların kalkışının bir katliama sebep olup olmayacağını tartışan gazete ve idarecilere böyle bir şeyin olmayacağını, Amerika’nın bu şekildeki hareketlerinin katliam fikrini adeta telkin eder bir mahiyet aldığını Amerikan Dışişlerine yazdığı bir mektupta dile getirdi.

Ahmed Rüstem Bey, 9 Ekim’de Amerika’dan üç buçuk aylık büyükelçilikten sonra ABD tarafından istenmediğinden görevini bırakarak Avrupa’ya döndü.

Ahmed Rüstem Bey, Avrupa’da kaldığı zaman süresince boş durmadı. İsviçre’de La Guerre Mondiale et La Question Armenienne (Cihan Harbi ve Türk Ermeni Meselesi), (1918) başlıklı Fransızca bir kitap yazarak Ermeni Meselesini ve Osmanlı Devleti’nin konuya bakışını batılılara anlatmaya çalıştı. Ayrıca bu yıllarda Avrupa’da özellikle de Fransa ve İtalya’da Ahmed Rıza, Galip Kemali (Söylemezoğlu), Hüseyin Ragıp (Baydur), Câmi (Baykurt), Dr. Nihat Reşad (Belger) gibi kişilerle birlikte Rum ve Ermenilerin sayısız propaganda yazılarına karşı etkili lobi çalışmalarında bulundu. Ahmed Rüstem Bey, Mütareke günlerinde İstanbul’a döndü. Bu günlerde İstanbul’da yaşayan Adanalı ileri gelenler, 20 Kasım 1918’de bir araya gelerek, bölgenin Türk egemenliğinde kalmasını savunan Kilikyalılar Cemiyeti’ni 21 Aralık’ta kurdular. Cemiyetin Başkanlığına Ayan Reisi Rıfat Bey (Menemencioğlu), yönetim kurulu üyeliklerine Hariciye Nazırı Nabi (Menemencioğlu), Nafia eski Nazırı Ali Münif (Yeğenağa), Halep Mebusu Ali Cenâni ve elçilerden Rüstem Bey seçilmişlerdi. Bu arada Cavit Bey, Rauf Bey, İzzet Paşa, Seyfullah Paşa, Rüstem Bey buluşarak İngilizlerle bir anlaşma yapma konusunu görüştüler (17 Ocak 1919).

Washington eski büyükelçisi Alfred Rüstem Bey, 17 Eylül 1919’da Millî Mücadele’ye katılmak üzere İstanbul’dan hareketle Sivas’a geldi. 19 Eylül 1919’da Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa ile telgraf başında haberleşmesi sırasında Millî Mücadele’ye katılan Washington eski Büyükelçisi Ahmed Rüstem Bey’in gelişini şöyle anlatmaktadır; “Koca diplomattan pek çok istifadeler ümit ediyoruz. Yalnız bizim çocukların bazen dili dolaşıp, Alfred demeleri mahcubiyetimize neden oluyor. O Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Sivas Kongresi toplantılarına katılarak Millî Mücadele’ye destek vermiştir. Burada Heyet-i Temsiliye istişâri üyesi (danışmanı) olarak görev aldı”, Sivas Heyet-i Temsiliyesi 19 Eylül’de millî harekete zararlı akımlara karşı her türlü yayın yapacak ve toplantılar düzenleyecek bir kurul oluşturdu. Bunun için Ahmed Rüstem Bey ile Heyet-i Temsiliye‘den Mazhar Müfit ve Hüsrev Sami Beyler görevlendirildi. Mustafa Kemal Paşa 20 Eylül 1919’da Amerikalı General Harbord‘la görüştü, İki saat kadar süren bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa’ya, 3. Kolordu Kumandanı Selahattin, Rauf, Bekir Sami ve Rüstem Beyler eşlik ettiler. Rüstem Bey’in buradaki görevi çevirmenlikti.

27 Aralık 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa ile Ankara’ya gelen Ahmet Rüstem Bey, İstanbul’da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Ankara milletvekili olarak katılmıştır. Meclisin İngilizler tarafından dağıtılması üzerine de Ankara’ya dönmüş ve Büyük Millet Meclisi’nde Ankara milletvekili olarak yerini almıştır.

24 Mayıs 1920 tarihinde padişah iradesi ile Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşları idama mahkûm edilmiştir. Bu listede ve Ahmet Rüstem Bey de yer almıştı.

Ahmet Rüstem Bey ile Mustafa Kemal Paşa’nın birlikteliği bir müddet sonra yemek sofrasındaki basit bir sebepten dolayı bozulmuştur. Asabi bir kişi olarak tanınan Ahmet Rüstem Bey, Çankaya Köşkü’ndeki bir davet sırasında ana yemeği yedikten sonra sigarasını yakınca Mustafa Kemal Paşa, “Başka yemekler de var Rüstem Bey, acele etmeyelim.” demiştir. Bu sözün üzerine Ahmet Rüstem Bey, sigarasını söndürüp sofrayı terk etmiştir.

Yemekten sonra odasına giden Mazhar Müfit Bey‘e sıkıntılı bir şekilde onu bekleyen Rüstem Bey şunları söyledi: “Monşer işin şaka ciheti yoktur. Paşa’nın on on beş kişilik bir sofrada beni, adab-ı muaşeretten bi-haber farzıyla tahkiri, tahammül edilecek bir hal değildir. Sizin namusumuza tevdi ediyorum. Aramızda başka hiçbir arkadaş bilmemek şartıyla Paşa’yı düelloya davet ediyorum”. Mustafa Kemal, bu olaya alaylı bir şekilde cevap verdi. Bunu üzerine 8 Eylül 1920’de milletvekilliğinden istifa etti. Aynı gün meclis genel kurulunda okunan istifa dilekçesinde; Dokuz on ay önce Türkiye’yi savunmak için Mahkeme-i Âlem Huzurunda Türkiye başlığı altında İstanbul’da bir kitap yayınladığını, ancak bu eserler beş yüz tane basılıp hemen hepsi İstanbul’da Türk ve yabancı resmî makamlara dağıtılması nedeniyle Türk ve özellikle yabancı kamuoyunun bundan habersiz kaldığını, bu itibarla eserini kâfi miktarda yeniden bastırmak üzere İtalya’ya gitmeyi düşündüğünü, Türkiye’ye son ve belki de kıymetsiz sayılmayacak bir hizmette bulunup, ondan sonra rahat ölmek düşüncesine dayanan bu niyetine fevkalade bir ehemmiyet verdiğini, İtalya’ya gitmek düşüncesinin diğer bir sebebi de iyi Fransızca ve İngilizce bilmesi ve dolayısıyla pek çok ehemmiyeti haiz propaganda konusunda Avrupa ve Amerika gazete ve dergilerine yazılar yazmak suretiyle bu hizmetin ancak İtalya ve İsviçre’de yapılabileceğine inanması olduğundan Ankara milletvekilliğinden istifasının kabulü ve gitmesine müsaade buyrulmasını istedi.

Ahmed Rüstem Bey’in bu düellosu ilk değildir. Daha önce düello yaptığı şahıs, Yunanlı bir diplomattır. Rüstem Bey, Türklük aleyhinde sözler sarf ettiği için onu düelloya davet etmiş ve Yunanlı diplomatı ağır yaralamıştır. Bu Yunanlı zat, düello sırasında almış olduğu yaradan dolayı kısa süre sonra ölmüştür. Düello sırasında Rüstem Bey de boynundan yaralanmış ve bu yara boynunda iz bırakmıştır. 2 Ekim 1920 tarihli Kanun Layihası ile Rüstem Bey’e ömür boyu 5 bin kuruş maaş tahsis edilmiş ve 1935 yılında 73 yaşında ölünceye kadar bu aylıkla geçinmiştir.

Ahmed Rüstem Bey, daha önce bahsettiğimiz, Avrupa kamuoyuna doğruyu göstermek üzere kaleme aldığı “Cihan Harbi ve Türk Ermeni Meselesi” başlıklı eserinde; Türk Milletinden övgüyle bahsetmiş ve Türk Milletine bağlılığının sebebini eserinin önsözünde izah etmiştir Bunun dışında Ahmet Rüstem Bey’in “English , La Crise Proche-Orientale et la questiondes Détroits de Constantinople (1922), La Paixd’Orient et l’accordfranco-turc, “L’Orient et Occident” (1922), The Great WarandtheTurkish-Armenian Question – Firsthand Account of a Witness, Manzara Verlag, Offenbach am Main (2018)” isimlerinde Türkçeye tercüme edilmeyen 4 kitabı daha vardır.

Süleyman BEYOĞLU

KAYNAKÇA
AÇIKSES, Erdal, GÜL, Osman Kubilay, “Osmanlı Toplumunda Aidiyetlik Duygusuna Bir Örnek: Ahmet Rüstem (AlfredBilinski) Bey”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler, C 19, S 1, Elazığ 2009
BEYOĞLU, Süleyman, “Millî Mücadele’nin Az Bilinen Bir Siması: Ahmed Rüstem Bey (AlfredBilinski 1862-1935)” Tarih Dergisi, S 46(2007),
EROL, Mine, A. Rüstem Bey / Osmanlı İmparatorluğu’nun Amerika Büyük Elçisi, Giresun 1973
KANTARCI, Şenol, “Osmanlı’da Onurlu Bir Diplomat ve Milli Mücadele’nin Önemli Siması: Ahmed Rüstem Bey”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 42, Kasım 2008
KANTARCI, Şenol, Ahmed Rüstem Bey, Doğan Kitap, İstanbul, 2009.

Bir başka anlatımla…
Alfred Rüstem Bilinsky…
Midilli’de dünyaya gelmişti.
Babası Polonyalı, annesi İngiliz’di.
Osmanlı vatandaşıydı.
Kendi isteğiyle Müslümanlığı seçerek, Rüstem adını almıştı.
Yedi lisan biliyordu.
Avusturya’da siyasal bilgiler tahsili yapmıştı.
Washington büyükelçisiydi.
1914 yılında ABD yönetimi tarafından “istenmeyen adam” ilan edildi, ABD’yi derhal terketmesi istendi.
İstanbul’a döndü.
Memleket işgal edilince Anadolu’ya geçti.
Kuvayı Milliye’ye katıldı.
“Ne mutlu Türküm diyene” kavramının simgelerinden biriydi.

Vahdettin’in idam fermanında Mustafa Kemal’le birlikte Alfred Rüstem Bilinski’nin adı da vardı.

Peki niye… Milli mücadelenin lider kadrosundan bile önce, İsmet İnönü’den bile önce, Fevzi Çakmak’tan bile önce, Börekçizade Rıfat efendi’den bile önce, Alfred Rüstem Bilinski hakkında idam fermanı çıkarılmıştı?

Çünkü…

200 yıl önce, tee 1820’de…
İlk Amerikan misyonerleri Anadolu’ya ayak bastı.
İstanbul’u merkez üs yaptılar, ilk teması Osmanlı vatandaşı Ermeni tüccarlarla kurdular, Gregoryen Ermenilere ticaret imtiyazları sağladılar, bu ticari bağ sayesinde Ermenilerin bazılarını Protestan mezhebine ikna ettiler, böylece, Osmanlı topraklarında tamamı Ermenilerden oluşan Protestan cemaati oluşturdular.

1850’den itibaren eğitim işine girdiler, parayı bastılar, bir anda mantar gibi türediler, 80 lise, 8 yüksek kolej, 16 yatılı kız okulu açtılar, 30 bin öğrenci sayısına ulaştılar, İstanbul’un yanısıra İzmir’e Antep’e Kayseri’ye Mersin’e Harput’a Merzifon’a yayıldılar, 100 yıl boyunca hiç Türk öğrenci almadılar, sadece Hıristiyanları ve özellikle Ermeni çocuklarını eğittiler. Gözlerine kestirdikleri Ermeni gençlerine ABD vatandaşlığı verdiler, ABD’ye götürdüler, burs verdiler, Amerikan üniversitelerinde okumalarını sağladılar.

Bu topraklarda 163 kilise açtılar.
Amerikalı misyoner hekimlerin faaliyet gösterdiği 9 hastane, 10 dispanser açtılar, Ermenilerin adeta “aile hekimi” oldular!

Bununla yetinmediler, Amerikan gazetelerine imzasız mektuplar göndererek, Ermenilerin sırf hırıstiyan oldukları için öldürüldüklerini, sırf Ermeni oldukları için topluca katledildiklerini yazmaya başladılar. Amerikan gazeteleri de bu mektupları sanki gerçek belgeymiş gibi sayfalarına taşımaya başladılar.

Sivas’ta Erzurum’da Elazığ’da ABD konsolosluğu açtılar, sadece Ermeni personel kullandılar, Taşnak ve Hınçak’ın temellerini attılar.
Şimdi sıkı durun lütfen…
Tee 1894 yılında, tee 127 yıl önce, Amerikan Senatosu’nda Ermeni sorunu gündeme getirildi, tasarı sunuldu, Ermenilerin öldürüldüğü iddiasıyla Osmanlı devleti kınandı!

1896’da, yani 125 yıl önce, Amerikan Senatosu’na ve Temsilciler Meclisi’ne bir tasarı daha sunuldu, Ermenilerin can güvenliğini korumak için Osmanlı’ya askeri müdahale yapılması istendi!

1914…
Alfred Rüstem Bilinski, Washington büyükelçimiz oldu.
Gördüğü tablo akılalmazdı.
Amerikan basınında koro halinde Ermeni propagandası yapılıyordu, Türklerin Ermenileri kılıçtan geçirdiğini, katliam yapıldığını, çocukları bile öldürdüğümüzü yazıyorlardı, ABD’nin Ermenileri korumak için mutlaka savaş gemileri göndermesini istiyorlardı.
Halbuki, henüz Osmanlı devleti birinci dünya savaşına girmemişti, Osmanlı topraklarında henüz kimsenin burnu bile kanamamıştı, bırakın öldürülmeyi, tutuklanan Ermeni bile yoktu.
Alfred Rüstem bey, düşündü taşındı, basın yoluyla yapılan iftira saldırılarına basın yoluyla cevap vermenin yolunu buldu, Evening Star gazetesinde röportajının yayınlanmasını sağladı.
“İngiltere, Fransa ve Rusya tahrik kampanyasına girişti, ABD’yi yanlarına çekip Osmanlı’ya saldırmak istiyorlar, ABD’nin bu adi tuzağa düşmeyeceğine inanıyorum, Türkiye’de bir tek vatandaşın bile burnu kanamadı, Amerikan gazeteleri yalanlar yazıyor” dedi.
Sözünü sakınmamıştı…
“Siz önce aynaya bakın, kendi çirkin yüzünüzü görün, bizi karalamaya çalışan ABD’nin yüzkarası katliam suçlarını herkes biliyor” dedi.

Alfred Rüstem’in bu röportajı Washington’da bomba etkisi yarattı.
ABD başkanı Wilson küplere bindi.
Derhal resmi olarak özür dilemesi istendi.
Alfred Rüstem özür mözür dilemedi.
“Tamamen doğru olan sözlerim nedeniyle niye özür dileyeyim, Amerikan gazeteleri Türk milleti hakkında yalanlar yazıyor” dedi.
Bu cevap bardağı taşıran damla oldu.
Derhal “istenmeyen adam” ilan edildi.
Derhal “ülkeyi terketmesi” istendi.
Ekim 1914’te İstanbul’a döndü.

Dikkatinizi çekerim…
Yıl henüz 1914.
Osmanlı henüz dünya savaşına girmemiş, Çanakkale Savaşı henüz olmamış, Doğu’da henüz Rus istilası olmamış, Rus desteğiyle silahlı Ermeni isyanları henüz başlamamış, bir Ermeni’nin bile kılına dokunulmamış, ortada henüz tehcir mehcir yok.
Ama, Amerikan basını Ermeniler katlediliyor diye yayın yapıyordu.
Amerikan basınının yalanlarını basın yoluyla çürüten Osmanlı büyükelçisi Alfred Rüstem ise, Washington yönetimi tarafından “istenmeyen adam” ilan ediliyor, ABD’den kovuluyordu.

Dikkatinizi çekerim…
Henüz tehcir bile yokken, “soykırımcı” ilan edilmiştik!

Minare çalınmadan, kılıfına uydurmuşlardı.

Çünkü…

Büyükelçimiz Alfred Rüstem’i “istenmeyen adam” ilan eden ABD başkanı Woodrow Wilson’dı.
Kendisini “bağımsız Ermenistan’ın kurucu babası” ilan etmişti.
Türkiye topraklarını da kapsayan Ermenistan’ın sınırlarını bizzat ABD başkanı Wilson çizmişti.
Harita bile bastırmıştı.
Erzurum’u Van’ı Bitlis’i Sivas’ı Diyarbakır’ı Trabzon’u, Ermenistan’a dahil etmişti, mütevazı davranıp İstanbul’u bize bırakmıştı!
Bizim Amerikan mandacılarının kurduğu Wilson Prensipler Cemiyeti’nin Wilson’ı işte bu arkadaştı!

Alfred Rüstem Bilinski’ye dönersek…
1914’te Washington’dan İstanbul’a geldi.
Bir daha diplomatik görev almadı.
1919’da memleket işgal edildi.
Bir saniye bile düşünmeden Anadolu’ya geçti.
Kuvayı Milliye’ye katıldı.
Sivas Kongresi’ne katıldı.
Ankara milletvekili oldu.
Vahdettin’in idam fermanında Mustafa Kemal’le birlikte Alfred Rüstem Bilinski’nin adı da yeraldı.

Tarihi süreci bilmeyenler, Alfred Rüstem Bilinski’nin Kuvayı Milliye’nin beyin takımından bile önce, milli mücadelenin çekirdek kadrosundan bile önce, İsmet İnönü’den, Fevzi Çakmak’tan bile önce, idam fermanında yeralmasını şaşırtıcı bulabilir.

Halbuki… Alfred Rüstem’i, Kuvayı Milliye’ye katıldığı için değil, ABD’nin soykırım yalanına direndiği için, Amerikan basınının soykırım yalanını Amerikan basınında çürüttüğü için, idam fermanına monte etmişlerdi.

İngilizler Vahdettin’in eline liste veriyor, o da listeyi Nemrut Mustafa mahkemesine vererek, hepsine idam cezası çıkartıyordu.
Mustafa Kemal’le birlikte Alfred Rüstem hakkında idam kararı veren Nemrut Mustafa mahkemesi, tehcir davasına da bakan mahkemeydi!

Sözde soykırımın düpedüz yalan olduğunun en önemli kanıtlarından biri, Alfred Rüstem Bilinski’dir.

(Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bu asrın iftirasına karşı mücadelesini sürdürdü. “Türk-Ermeni Meselesi” adıyla kitap yazdı, İsviçre’de Fransızca olarak yayınladı. Türkçe’ye de çevrilen ve mutlaka bulup okumanızı önerdiğim bu kitabının önsözünde şunları söylüyordu…)

(“Kendi adımla kaleme aldığım bu kitabı, Türkiye’nin ve Türk halkının suçlu olmadığını ispat için yazıyorum. İhtirasların ağır bastığı Ermeni meselesinde, Ermeni komiteleri ve itilaf devletleriyle ilgili çok acı gerçekleri gözönüne seriyorum. Bu eseri bitirirken yazdığım son sözü, burada bir kere daha tekrar ediyorum… Tarihe karşı bu yalan cinayetini işleyenler, tarihin akışını değiştirenler kendine gelmeli… Ermeniler lanetlerini Türk halkına değil, onlara yöneltmeli.”)

Sözde soykırım, temeli 200 yıl önce atılmaya başlanmış emperyalist bir yalandır.

Tehcirden 20 yıl önce ABD Senatosu’na “Türkleri kınama tasarısı” olarak getirilmiş bir yalandır.

Tehcirden 20 yıl önce ABD Temsilciler Meclisi’ne “Türklere askeri müdahale tasarısı” olarak getirilmiş bir yalandır.

Tehcirden üç yıl önce ABD basınında sahte mektuplarla “manşet” yapılmaya başlanmış bir yalandır.
alıntı

www.tarihtendersler.com