Yıldırım Bayezid, Emir Timur’a Mektuplar

     “Ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Şöyle mi ẓan idersin ki, ben Acem padişahları gibi olam veya askerüm deşt-i Ḳıpçaḳ-i Tatarı gibi avare ola veya Hint taifesi gibi başıboş ola. Bizim askerlerimiz, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, bizim askerleri Şam ve Halep askerlerine de benzetmeyesin …bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun…
Timur’dan Bazeyıd’e : “Sen kendini Allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan döken bir kafir ve beni yeni yetme bir savaşçı sanmışsın. Bil ki, ben kırk yıla yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. Bu cihatlar sonunda kaleler ve ülkeler fethetmekte meşgulum. Bu mücadeleler esnasında çok sayıda kişi bize itaat etmiş ve yolumuzda canlarını feda etmiştir. Siz niçin bize hizmet etmekten kaçıyor, sevgi göstermiyorsunuz? Hem yaşça senden büyüğüm. Bu güne kadar ne tarafa gittiysem kısa sürede ele geçirdim. Sen 4 aydır Malatya’yı alamadın. Kaldı ki Sivas’ta ele geçirdiğim adamınızdan durumunuzu öğrendim. Dolasıyla pek çok müslüman rencide ederek han ve mallarını harap etmek uygun görülmemiştir. Bu yüzden güzel cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil. Kin ve gurura kapılma. Ülkeni harap olmaktan kurtarmış olursun.
Bizi ve askerimizi kafir, dinsiz, sapık itikatlı mezhep sahibi ve çirkin adetleri bulunmakla itham etme. Bizim askerimiz babadan ataya müslüman çocuklarıdır. Neden hidayete layık olmasınlar, Kaldı ki, Osmanlı askerinin çoğunun kafirden devşirme olduğu açıktır. Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adı hutbeler okunmaktadır, sikkeler basılıdır. Müslümanların ûlû’l-emri olduğumuza hiç şüphe yoktur. Bizim soyumuz İlhan-ı Alişân’a uzanmaktadır. Unutma ki, kılıç kınından çıkınca, kaleme yer kalmaz vesselam…”     Timur’dan Bazeyıd’e : “Sen kendini Allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan döken bir kafir ve beni yeni yetme bir savaşçı sanmışsın. Bil ki, ben kırk yıla yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. Bu cihatlar sonunda kaleler ve ülkeler fethetmekte meşgulum. Bu mücadeleler esnasında çok sayıda kişi bize itaat etmiş ve yolumuzda canlarını feda etmiştir. Siz niçin bize hizmet etmekten kaçıyor, sevgi göstermiyorsunuz? Hem yaşça senden büyüğüm. Bu güne kadar ne tarafa gittiysem kısa sürede ele geçirdim. Sen 4 aydır Malatya’yı alamadın. Kaldı ki Sivas’ta ele geçirdiğim adamınızdan durumunuzu öğrendim. Dolasıyla pek çok müslüman rencide ederek han ve mallarını harap etmek uygun görülmemiştir. Bu yüzden güzel cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil. Kin ve gurura kapılma. Ülkeni harap olmaktan kurtarmış olursun.
Bizi ve askerimizi kafir, dinsiz, sapık itikatlı mezhep sahibi ve çirkin adetleri bulunmakla itham etme. Bizim askerimiz babadan ataya müslüman çocuklarıdır. Neden hidayete layık olmasınlar, Kaldı ki, Osmanlı askerinin çoğunun kafirden devşirme olduğu açıktır. Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adı hutbeler okunmaktadır, sikkeler basılıdır. Müslümanların ûlû’l-emri olduğumuza hiç şüphe yoktur. Bizim soyumuz İlhan-ı Alişân’a uzanmaktadır. Unutma ki, kılıç kınından çıkınca, kaleme yer kalmaz vesselam…”

İkinci mektuba cevaben Emir Timur:

Sungur Çavuş ve Hacı Bayezid ile gönderdiğimiz haberler doğrudur. Sizin küffârla savaştığınızı biliyoruz. Bu tarafta Gürcü kâfirlerle biz savaşıyoruz. Hem siz hem de bizler bu konuda mutluyuz. Bu durumun sayısız faydaları her iki tarafa olmaktadır. Yazdıklarımızda zerre kadar şaibe ve şüphe olamaz. Antlaşma kararı olursa, Mısır’la aramızda olanlardan ıslâh edici olunması isteğiniz uygun görülmemiştir. Çünkü ölen eski Mısır Vâlisi, elçilerimizden Irak ve Acem’in büyük saygı duyduğu Bahaddin Savcı’yı haksız yere öldürdü(…)
Senin, şimdi Mısır Vâlisi olan kimseye oğlumuzdur demeni uygun görmedik. Onu Sultânu’l-Harameyn elkâbıyla anmanız doğru olmaz. Belki Mücâvirü’l-Harameyn demeye lâyık değillerdir…”
Burada bir dipnot ekleyelim. Yıldırım’ın gönderdiği mektuplarda Mısır Valisi için böyle bir ibare bulunmaz. Acaba Karaman Beyliğine ait bazı kimselerin Osmanlı elçilerini ele geçirip, gönderilen mektuptaki ifadeleri değiştirdiklerine dair Bayezid’in kast ettiği hadise bu sırada olmuş olabilir mi? Yıldırım bir sonraki mektupta bu durumu ifade edecektir.
Timur mektubuna devamla; “…Bize dost olmayanı, kendinize yakın ve sevdiklerinize dahil etmeyiniz. Saltanat işleri nezâkete bağlıdır. Dikkat edilecek yönleri çoktur…” 24 şeklinde tavsiye ve isteklerini dile getirmiş, “…Ahmed Celâyir şimdi Bağdat yakınlarına gelmiş biz de oraya asker göndermişiz. Tekrar size taraf kaçar gelirse sahip çıkmayıp, bilâkis yakalayıp bize teslim etmeniz sizden isteğimizdir. Erzincan’a varıp, yerleri tahrip için şimdilik serhadda durularak elçilerinizin gelmesini beklemekteyiz…”

Üçüncü mektup:
     Yıldırım Bayezid; Timur’un mektuplarında yer alan isteklerini kabul etmeyerek, onu kendi atası olan Hülâgu’nun sergilediği tutuma davet etmiş, Osmanlı ülkesine sığınan Bağdat Sultanı Ahmet Celâyir ile Kara Yusuf’u teslim alma arzusundan vazgeçmesi için; “Mısır hakimi ile aranızda geçen olaylardan dolayı bizim niyetimizi doğru anlamamışsınız. Biz arzu etsek Mısır’ı feth etmeye her zaman kadiriz. Ahmet Celâyir tekrar geri Osmanlı topraklarına gelirse, Kara Yusuf ile birlikte ikisini size teslim etmemi istemişsiniz. Biliyorsunuz ki Hûlâgu Dârü’s-Selâm’ı alıp İran’ın çoğunu eline geçirdiği sırada, halifenin amcası çocuklarından bir iki kişi Mısır’a Kâhire Vâlisi Baybars’a sığındılar ve onun himayesine girdiler. Hülâgu’nun Bağdat Vâlisi olan Karaboğa Noyan, Baybars’la cenk ettiler. Halifenin amcasını Mısır askeri sanıp, orada şehit ettiler. Kaçanlar şimdiye kadar Kâhire’de kaldı ve Hülâgû Han onları geri istemedi ve takip de etmedi. Şimdi bu dostunuz feleğin tokadını yemiş bir iki kişiyi himaye etmekle hatırınızı kıracak bir durum olamaz. Zira Hülâgû böylesine cüz’i şeylerden vaz geçmiştir. Muradımız Sivas ve çevresinden elinizi çekmenizdir. Bunu yerine getirmeniz güzel bir işaretinizin gereği olduğu anlaşılacaktır. Ancak her hâlde Allah’ın takdirinden kaçılmaz ve bizim kimseden korkumuz yoktur…”

     Karşılıklı yazılan mektupların en sonuncusunda Timur’un, Osmanlı idaresinden birkaç kale ve şehrin kendisine teslim edilmesi gibi kabulü mümkün olmayacak yeni şartları da ilave ederek, savaş niyetini daha açıkça belirtiği görülmektedir. Hatta mektuplarda geçmeyen, ancak bazı tarih araştırmalarında rastladığımız “Timur, Yıldırım Bayezid’den oğullarından birini kendisine rehin bırakması” isteğinde de bulunduğunu kaydetmişlerdir.
Timur; “…Şimdiye kadar sulh için çalıştım ve nihayet Sivas’a gelmem söz konusu oldu. Kâfire fırsat vermemek, İslam diyarlarını harap etmekten endişe edip, Şam tarafına giderek Mısır azizinden intikamımızı aldık. Sizin hasta olduğunuz hususu ağızlarda dolaşırken, biz bunu fırsat bilip dikkate almadık. Ancak siz fırsat bulunca bize bağlı olan Erzincan’a gelip valimizi rencide ettiniz. Adamımız olan Taharten(Muttaharten) sulhu sağlamak için sizin pişman olduğunuzu bize yazmıştır. Biz de güvendik ve sulh için antlaşmaya varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. Ama siz gittikçe artan bir katı tutum içerisinde oldunuz. Tâ ki biz ve askerimiz için kâfir ve kâfirden daha eşed kâfirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. Elçileriniz olan Sungur ve Ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. İslamlığımızı ve inancımızı biliyorlar. Hedefimiz Kefe ve Kırım yönüne iken, Şirvan’dan geri dönüp tekrar Erzincan’dan o tarafa varmak icap etti. Semerkand’da bulunan oğlum Muîneddin Muhammed Sultan Bahadır da askeri ile birlikte bana katılacaktır. İsteğimiz Erzincan’a varmadan ve askerimiz şehirlerinize girmeden önce Sivas, Malatya, Elbistan, Erzincan ve Kemâh’ın bize bırakıldığını sağlam bir ahit-nâme ile bildirmenizdir. Sulha muhalif değilim ve bağlıyım. Bu sulhun bir sûretini Mekke-i Mükerreme’de Bâbü’l-Harâm’da kapalı muhafaza olunsun ki, kimin bu sulha uyup uymadığı ortaya çıksın. Bu mektup Sungur, Ahmed ve Hacı Bayezid ile gönderildi.”
Karşılıklı yazılan mektupların en sonuncusunda Timur’un, Osmanlı idaresinden birkaç kale ve şehrin kendisine teslim edilmesi gibi kabulü mümkün olmayacak yeni şartları da ilave ederek, savaş niyetini daha açıkça belirtiği görülmektedir. Hatta mektuplarda geçmeyen, ancak bazı tarih araştırmalarında rastladığımız “Timur, Yıldırım Bayezid’den oğullarından birini kendisine rehin bırakması” isteğinde de bulunduğunu kaydetmişlerdir.
Timur; “…Şimdiye kadar sulh için çalıştım ve nihayet Sivas’a gelmem söz konusu oldu. Kâfire fırsat vermemek, İslam diyarlarını harap etmekten endişe edip, Şam tarafına giderek Mısır azizinden intikamımızı aldık. Sizin hasta olduğunuz hususu ağızlarda dolaşırken, biz bunu fırsat bilip dikkate almadık. Ancak siz fırsat bulunca bize bağlı olan Erzincan’a gelip valimizi rencide ettiniz. Adamımız olan Taharten(Muttaharten) sulhu sağlamak için sizin pişman olduğunuzu bize yazmıştır. Biz de güvendik ve sulh için antlaşmaya varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. Ama siz gittikçe artan bir katı tutum içerisinde oldunuz. Tâ ki biz ve askerimiz için kâfir ve kâfirden daha eşed kâfirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. Elçileriniz olan Sungur ve Ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. İslamlığımızı ve inancımızı biliyorlar. Hedefimiz Kefe ve Kırım yönüne iken, Şirvan’dan geri dönüp tekrar Erzincan’dan o tarafa varmak icap etti. Semerkand’da bulunan oğlum Muîneddin Muhammed Sultan
Bahadır da askeri ile birlikte bana katılacaktır. İsteğimiz Erzincan’a varmadan ve askerimiz şehirlerinize girmeden önce Sivas, Malatya, Elbistan, Erzincan ve Kemâh’ın bize bırakıldığını sağlam bir ahit-nâme ile bildirmenizdir. Sulha muhalif değilim ve bağlıyım. Bu sulhun bir sûretini Mekke-i Mükerreme’de Bâbü’l-Harâm’da kapalı muhafaza olunsun ki, kimin bu sulha uyup uymadığı ortaya çıksın. Bu mektup Sungur, Ahmed ve Hacı Bayezid ile gönderildi.”
Alıntı @kaynaktarih

www.tarihtendersler.com