Rauf Raif Denktaş, 27 Ocak 1924 tarihinde Kıbrıs′ın Baf bölgesinde doğdu. 1,5 yaşında iken annesini kaybetti. Babası hakim Raif Bey′dir. Anneannesi ve babaannesi tarafından büyütüldü.1930 yılında eğitim için İstanbul′a gönderildi.Arnavutköy′de ilkokuldan liseye kadar eğitim veren Fevzi Ati Lisesi′nde yatılı okumaya başladı. Ortaokuldan sonra Kıbrıs′a döndü ve liseyi Kıbrıs′ta bitirdi. II. Dünya Savaşı′ndan sonra hukuk eğitimi için İngiltere′ye gitti. Mezun olduktan sonra avukatlığa başladı. 1949 yılı yaz aylarında savcılık yapmaya başladı. Yine aynı yıl Aydın Hanım′la evlendi.
27 Kasım 1948 tarihinde Kıbrıs Türklerinin düzenlediği ilk mitingde Dr. Fazıl Küçük ile beraber hatiplik yaptı. Türk Cemaatinin iki önemli ismi Faiz Kaymak ve Dr. Fazıl Küçük arasında arabulucu rolünü üslenip, toplumun çıkarlarının takipçisi oldu. Faiz Kaymak′ın teklifi ve Dr. Fazıl Küçük′ün tasvibiyle Kıbrıs Türk Kurumlar Federasyonu kongresinde başkanlığa seçildi. Savcılık görevinden İngiliz yönetimini zorlukla ikna ederek istifa etti ve Cemaat sorunlarıyla uğraşmaya başladı.
1955′te terörist bir hüviyete bürünen Enonisle mücadelede ve EOKA karşısında Kıbrıs Türklerinin direnişine yön veren Denktaş, 1958 yılında hükümetteki görevinden istifa etti. Arkadaşlarıyla 1.8.1958′de Türk Mukavemet Teşkilatı′nı kurdu.
1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları ile, 1960 antlaşmaları ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası′nın hazırlanmasında emeği geçti. Aynı yıl Türk Cemaat Meclisi′yle İcra Komitesi Başkanlığı′na seçildi.
1958 yılında Rum tedhişçiler, Türk köylerine saldırınca, Türkler de bu olayları protesto etti. Zürih-Londra antlaşmaları öncesinde Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş, Ankara′ya Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile görüşmeye gitti. Bu görüşmede Denktaş adaya Türk askeri gönderilmesi teklifini dile getirdi.
16 Ağustos 1960 tarihinde 650 kişilik Türk Alayı Magosa Limanı′na ayak bastı. 1963 olaylarından sonra Denktaş temaslarda bulunmak üzere Ankara′ya gitti. Temaslarını tamamlayan Denktaş bir sandalla Kıbrıs′a geçti ve Türk direnişini örgütlemeye başladı.
1964 Londra Konferansından sonra Makaryos tarafından “istenmeyen adam” ilan edildi. Yeşilada′ya girmesi yasaklandı. Gizlice Erenköy′e çıkarak savaşa katıldı. 1967′de adaya gizlice girerken tutuklandı. Yoğun girişimler sonucu Türkiye′ye geri verildi. 1968′de adaya giriş yasağı kaldırıldığından Kıbrıs′a döndü.
1970 seçimlerinde Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı′na seçildi. 28.2.1973′e kadar Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavini ve Kıbrıs Türk Yönetim Başkanı seçildi.
1974 Türk Barış Harekâtı sonrasında 13 Şubat 1975′te Kıbrıs Türk Federe Devletinin ilânını sağladı ve Devlet Başkanı ve Meclis Başkanı görevlerini yürüttü. Federe Devlet Anayasası uyarınca 20 Haziran 1976 günü yapılan ilk Genel Seçimlerde büyük bir çoğunlukla, Halk tarafından seçildi. 1981′de ikinci kez Devlet Başkanlığına seçilen Denktaş, 1983′de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ilan etti ve 1985′de Cumhurbaşkanlığına seçildi. 1990, 1995 ve 2000 yıllarındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini tekrar kazanarak görevine devam etmektedir.
İngilizce ve Rumca′yı iyi bilen Denktaş’ın üç oğlu ve iki kızı olmuştur. Bir oğlunu bademcik ameliyatında, bir oğlunu trafik kazasında yitirmiştir.
Bugüne dek yayınlanmış 50 kitabı ve bir film senaryosu (İşgal Altında) vardır. Yazarlık – Fotoğrafçılık en sevdiği uğraşlarıdır. Amerika – İngiltere – Avusturalya – İtalya – Türk Cumhuriyetleri – Polonya – Fransa – Avusturya ve Türkiye Cumhuriyetinde fotoğraf sergileri açmış, sayısız konferanslar vermiş ve çeşitli ödüller ile fahri doktora ve profesörlük payeleri almıştır. Rauf Denktaş, Yeniçağ Gazetesi′nde yazılar yazmış ve ART televizyon kanalında Pazartesi günleri Denktaş′ın Gündemi adlı programını yapmıştır.
Bugün birtakım çevrelerin unutturmaya çalıştığı, hayatını bir mücadeleye, Kıbrıs’a adayan KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Türk dünyası için yaptıkları unutulmayacaktır. Denktaş’ın Kıbrıs için harcadığı hayatının görünen ve görünmeyen tarafları şu an bir tarih sayıla bilir. Ruhu şad olsun mekanı cennet olsun.Alıntı-düzenleme
HATIRALARI İLE RAUF DEKTAŞ
“1965 yılının bu ilk gününde Tanrı’ma yalvarıyorum: “Tanrım! Kıbrıs Türk’ünü koru, acılarımız son bulsun, çocuklarımız özgür ve mutlu yaşasınlar, esaret zincirleri bizden uzak olsun.” 1965 yılının son günü. “Özgürlük mücadelemizin ikinci yılındayız ve sürgünlüğümüzün de ikinci yılını doldurduk. Bin bir ızdırap ve çile içinde geçen koskoca iki yıl. Geçmişi, dünü ve bugünü düşünüyorum: Enosis Olmaz.”
“Ada’dan uzak kalışın baskısı ve tatsızlığı ile bir yıl daha geçti. Kıbrıstan gelen haberler daha da tatsızlaştı… Ankara’dan geçerken uğrayıp hal hatır soranlar da iyice azaldı. Benimle temas edenler “ikbalden” düşüyorlarmış. Aydın “iş bul artık” diyor sık sık.”
1968 yılının son günü. Asırlar kadar uzun gelen sürgün yıllarından sonra ilk defa yeni bir yıla halkımla, halkımın çocukları ile birlikte giriyorum.
Halkımla olmak, Mücahitlerle omuz omuza mücadele etmek benim için en büyük mutluluk… Acılarımı yüreğime gömdüm… Geriye bakacak zamanımız yok… Önümüzde zorlu ve çetin bir yol, başarıya ulaştırılması gereken soylu bir mücadele var… 1968 yılının bu son gününde Tanrımdan yine tek bir dileğim var; “Şehitlerimizden emanet aldığımız mücadelemizde bize güç ver… bu küçük vatan parçasında bayrağımız inmesin, ezan sesleri dinmesin…”
Emin Dırvana geliyor gözlerimin önüne: “Makarios bu anlaşmaları bozacak, ortaklık binasını başımıza yıkacak, enkazın altında kalmayalım” demiştim adaya geldiği ilk gün. Çok kızmıştı!… “Kimsenin bu anlaşmaları bozmaya gücü yetmez” diye haykırmıştı ve o günden sonra da bizim verdiğimiz her raporu” geçersizdir inanmayınız” diyerek Ankara’ya intikal ettirmişti. Acaba şimdi ne diyor, ne yapıyor? “Makarios’un anlaşmaları bozmak niyeti yoktur, bu düşünceler Denktaş ve kafadarlarının vesvesesidir” diyerek Türkiye’yi uyutmuş olmasının kefaretini şimdi hem biz, hem de Türkiye ödemektedir. Büyükelçi’lik önemli, hayati bir görev!… Emin Dırvana ise “asker ve Kıbrıs kökenli, güçlü bir Büyükelçi” olarak Mayıs 1960 ihtilal hükümetinin hediyesi olmuştu bize!.. -12 Şubat 1969
Sayın Rauf Denktaş basına açıklamalarında, kendi hatıralarında Kıbrıs mücadelesi ile ilgili şöyle söylüyor: 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmesine kadar, İstiklal Savaşı süresince burada camilerde dualar edilmiş, yardımlar toplanmıştır. Kıbrıs’ta İngilizlerin Çanakkale’den getirdiği esirlere yardım için çalışılmıştır. Bu şekilde bir milliyetçilik devam etmekteydi. Buna karşın, Türk İstiklal Savaşı süresince Rumlar, Yunan ordusu Anadolu’da ilerlerken, Türk köylerine muazzam baskılar yapmışlar, “Sıra size gelecek siz köpekleri keseceğiz” demişlerdir. Bu dönemde geceleri sokağa çıkmak mümkün olmamıştır.
Ben 1924 doğumluyum. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından 1 yıl sonra doğmuşum. Biz Atatürk’le, Atatürk menkıbeleriyle, Atatürk şiirleriyle büyüdük. İlkokullarda Gazi paşa Kurtuluş destanını ağlayarak okurduk. Bu süreçte, 1931’de İngilizlere karşı Rum isyanı, Enosis isyanı vardır. Vali konağını yaktıla. Bunun üzerine bizim bayraklarımız, milli şiirlerimiz, milli yazılarımız bile yasaklandı. Biz de Türk bayrağını görmek için hafta tatillerinde (önce Cuma idi tatil sonra Pazar oldu) Türk konsolosluğuna giderdik. Türk halkı için Konsolosluğun önünden geçerek bayrağı görmek bir rutin haline gelmişti.
Daha sonra Atatürk inkılaplarının Kıbrıs Türkleri’ne yansıması nasıl olmasına anlatan sayın Denktaş diyor: İngilizlerin baskısına rağmen Türkiye’de ne reform olduysa burada kendiliğinden oldu. Mesela kadınların çarşafı atması, başlarını açması. Harf reformunda Remzi Bey, kendi parasıyla Çankaya’ya giderek, orada Atatürk’ün yaverini görür ve şunları söyler; “biz hasbel kader Misak-ı Milli sınırları dışında kaldık. Biz Türküz. Ada da Türk adasıdır. 70 bin şehit vardır. Şimdi eğer biz de harf inkılâbı yapmazsak, kültür açısından sizden kopacağız. O zaman büsbütün bizi kaybedeceksiniz. Ben gazeteciyim, param yok ama Latin harflerini almak istiyorum”. Bir hafta sonra kendisini otelden aratıyorlar. Atatürk’ün yaveri, Remzi Bey’e bir zarf veriyor ve şunları söylüyor: “ Gazi Paşa sizi alnınızdan öpüyor. Doğru yoldasınız. Bu parayla bu adresten harflerinizi alınız ve devam ediniz”. Kıbrıs’a dönen Remzi Bey’e, Türkiye’ye bağlılığı unutturmasın diye Konsolosluk aracılığıyla her ay veya üç ayda bir para gönderiliyor. 1938’de Atatürk genç subaylara “eğer yeniden İstiklal Savaşı yapacak olsak, işgal altında olsak ikmal yollarımız nelerdir” sorusunu sorar. Genç subaylar Suriye üzerinden, Irak üzerinden yollar gösterirler. Atatürk haritaya eğilir ve “beyler Kıbrıs’a dikkat edin. Kıbrıs eğer düşman elindeyse bütün ikmal yollarımız tıkanmıştır” der. Sonraki yıllarda Rahmetli Korutürk bunu başka bir şekilde şöyle söylemiştir: Türkiye elini ayağını Kıbrıs’tan çekerse o zaman Türkiye denize açık bir ülke olmaktan çıkar” demiştir. Yani bu milli bir davadır.
Yeniden dönelim, Atatürk ilkelerini Kıbrıs Türkleri İngilizlere rağmen nasıl değerlendirdi? Babam mesela fesi ilk atanlardandı. Mehmet Raif isminde bir yargıçtı babam. İngilizler, Kraliçe’nin doğum gününde burada yüksek memurlara sıra ile bir nişan verirlerdi. 1938’de babamı çağırıyorlar “bu hafta sana verilecek olan nişan merasiminde vali hazretleri fes giymeni istedi” diyor. Çünkü fesi atanları İngiliz karşıtı, Kemalist olarak görüyorlar. Yine bizim insanlarımız, fesi atmayanlar vasıtasıyla. Babam der ki “ben fesi atalı bu kadar sene oldu. Ben şimdi fes giyemem bu nişanı almak için” diyor. Bu tartışma büyüyor. Sonunda babam soruyor “yasa mı var nişan alırken fes giyilir diye. Öyle bir şey yok ama siz zorluyorsunuz beni” diyor. Sonuçta bir ara yol bulunuyor. Nişan almaya başı açık gidecek. Şapka da giymeyecek. Tören gerçekleştiği sırada vali, kendisine nişanı takarken başka tarafa bakıyor. Ve babamı Kemalist kabul ettikleri için kendisini eziyet altında yaşatıyorlar. Sürekli takip altında tutuyorlar. Biz o günleri yaşadık.
Sayın Rauf Denktaş’ın soyadının ne anlama gelmesi de çok önemli. Kendisi bunu şöyle anlatıyor: O sırada ağabeyim Türkiye’dedir. Tıbbiye’yi bitirmiştir. Bir kızı sevdiği için Türk tabiyetine geçer. Denktaş soyadını o almıştır. Babamı yatıştırmak için seçilmiştir bu soyadı. Sen yargıçsın, adilsin, denk taş’sın deniyor. Denktaş adalet demektir. Ondan da bize kalmıştır.
Atatürk bizim meşalemiz olmuştur
Rauf Denktaş’ın Atatürk’le ilgili yorumları da önemli. Denktaş Atatürk’ü kendisine bir meşale sanmıştır: Onu hiçbir zaman unutmadık ve unutturmadık. Bu nedenle de çok şey geldi başımıza. Hala da geliyor görüyorsunuz.
Rauf Denktaş’ın sözlerine göre, Kıbrıs’ta Rum terör örgütü EOKA’nın saldırıları karşısında silahsız bir halk. Av tüfeklerini bile bir çağrı üzerine İngiliz idaresine teslim etmiş bir halk. EOKA Yunanistan genel kurmayına bağlı. Yunanistan’ın dışişleri bakanı tarafından yol gösterilen hem siyasi hem vurucu bir örgütle üzerimize yollanmış bir hareket. Halkın boyun eğmeyeceği bir durum. Her yerde küçük küçük başkaldırılar halinde karşı hareket başlıyor. Lefkoşa’da gençler Dr. Küçük önderliğinde Rumların yaptığına karşı bir reaksiyon olarak büyük bir nümayiş düzenleniyor ve ENOSİS’e hayır! sloganları atıyorlar. Ayrıca Türkleri öldürmeye başladıktan sonra herhangi bir olayda eğer Türk gençleri zarar görmüşse, Türk mahallelerinde Rumlara ait her şeyi, örneğin Rum dükkanlarını yakmak ve yıkmak gibi reaksiyonlarla Türklerin boyun eğmeyeceğini göstermeye çalışıyorlar. Dr Küçük de bu arada Türklere konuyu anlatmaya çalışıyor.
Türkiye’nin Kıbrıs sürecine müdahil olmasının nasıl gerçekleşdiyini sayın Denktaş şöyle anlatıyor: Dr. Küçük’ün Türklere konuyu anlatmaya çalıştığını söylemiştim. Türkiye’ye gidip geliyordu. Aldığı cevap, “bir şey olmaz merak etmeyin İngiltere adayı bırakmaz rahat olun” şeklindeydi. En sonunda Menderes hükümeti gelince ilgi artıyor. Zaten Rumlar artık Türklere de vurmaya başlayınca, Türkiye ilgisiz kalamıyor. Gençlik ayağa kalkıyor, gösteriler devam ediyor. Bu Türkiye’yi angaje etmek için doktora yarıyor. Böylece Volkan zaman içinde ses veren büyük bir örgüt haline geliyor. Ama ses veren sadece, başka bir şey yok. Ama en önemlisi TMT’yi niçin kurduk. En son iki kişi öldürülmüştü. Litra yolunda iki Türk öldürülmüştü. Yine büyük bir nümayiş, büyük bir olay gerçekleşmişti.
Dr.Küçük’ün evinin olduğu Girne caddesinde büyük bir protesto oldu. O sırada bir İngiliz komutanı jipi ile doktora geldi ve “mesaj alınmıştır, kalabalığı dağıtın artık yoksa daha büyüyecek bu iş. Rum tarafı iyice hazırlandı. İş büyürse can kayıpları olacak” dedi. Bunun üzerine Dr. Küçük jipe bindi ve göstericileri “tamamdır arkadaşlar sesimiz duyulmuş mesaj alınmıştır” diye yatıştırdı. Her zaman yaptıkları gibi. Ben Dr. Küçük’ün evindeydim.
Bu olayın üzerine yürümeye çıktım. Biraz bunalımdaydım ve Atatürk meydanına doğru yürüyorum. Lise mezunlar birliği başkanı Burhan Nalbantoğlu arkadaşım geldi. “Burhan bu böyle gitmez. Bir tarafta Yunan genelkurmayına bağlı, siyasetle uyum içinde bir teşkilat, nerede vuracağını nerede duracağını biliyor. Diğer taraftan burada. Bir nümayiş bir gösteriş ama İngiliz dur deyince duruyoruz. Böyle şey olmaz durum felakete gidiyor.” dedim. O sırada ben savcıyım ve istifamı verdim. Henüz kabul edilmedi. Ama kabul edilmesi için uğraşıyorum. İşin içinde olduğum için İngilizin Rumlarla anlaşmak istediğini bunun için de tavizler vereceğini biliyorum. Bunu Dr. Küçük’e söylüyorum o da konsolosluğa duyuruyor. Bu kısır döngü içinde süre geçiyor.
Daha sonra Rauf Denktaşın Kıbrıs hatiralarını dinleyelim: Arkadaşım Nalbantoğlu, konsoloslukta çalışan Kemal Tanrısevdi isimli bir memurla konuşmuş. Gece bana geldi. “Seninle tanışmak isteyen biri var hadi gidelim” dedi, gittik. Tanrısevdi, “Biz sizi uzun zamandır izliyoruz. Güvenilir bir kişiliğiniz var. Türkiye’ye bağlısınız. Nalbantoğlu’na söylediğiniz iş gereklidir, bunu yapalım” dedi. Sabaha kadar oturduk, konuştuk ve TMT’nin ilk tanıtım broşürünü hazırladık. Broşürde Volkan’a teşekkür ediyoruz ve TMT’nin kurulduğunu söylüyoruz. Ben o sırada Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu başkanıyım ve halk içinde güvenilirliğim var. Bütün partiler köyler bütün kuruluşlar buna üye. Dr. Küçük eski başkanla arası açık olduğu için beni seçtirmişti başkanlığı.
İngiltere bu oluşumu engelleyememişti çünkü kültürel ve ekonomik bir kuruluş olarak siyasetin dışında bir kurum olarak görülüyordu. Ama aslında tam içinde. Neyse halkın bana güveni var. Onun için benden çıktığını bildikleri için Volkan’daki arkadaşlar dahi kabul ettiler. Onların içlerinde bizim güvendiklerimizi TMT’ye aldık.
Ancak ikinci toplantıda; “Biz bir liste hazırladık. Falan kişilerden 500 veya 150 neyse, şu kadar para toplayıp bununla silah alacağız.” dediler. O zaman “durun, ben bu işte yokum” dedim. “Bugün para istediğiniz adamlar hem para vermez, verse dahi ertesi gün, olmadı ertesi ay silahlar nerede diye sorar. Teşhir etmeniz gerekir ki gösteremezsiniz. Benim istediğim EOKA’ya karşı Türk Hükümetine ve Genelkurmayına bağlı bir kuruluştur. Biz teşkilatçılığı bilmeyiz. Kıskançlıktan ve benzeri nedenlerden birbirimizi öldürürüz. Hareketi Türkiye’ye bağlamazsanız, silahları Türkiye’den getirmezseniz, para toplayacaksanız ben yokum” diyerek onları ikna ettim ve istediğimi yapmak üzere, Kasım 1957’de beni yetkili kıldılar. İlk kez Ocak ayında Dr. Küçük’le Türkiye’ye gittim. Ankara’da Fatin Rüştü Zorlu’yu ziyaret ettik. Allah rahmet eylesin. Doktor, Kıbrıs meselesini konuştu ve ihtiyaçlarını duyurdu sonra ben söz aldım. “Biz böyle bir teşkilat kurduk. Rumlar bu işi EOKA ve Yunanistan’la birlikte yürütüyorlar. Türkiye bize bu konuda yardımcı olmazsa bu iş burada biter. Onun için sizden silah istiyoruz.” dedim. Buna karşılık bize sordular “biz şimdi size silah göndersek alabilir misiniz?” Ben o gençlik ve tecrübesizlik içinde “tabi alırız” diyordum ki, Dr. Küçük, “konuyu biraz inceletin, nasıl yapacaksınız. Aksi takdirde yakalanırsanız Türkiye zor durumda kalır” dedi. Aslında Fatin Bey’in de Adnan Menderes’i ikna etmek için zamana ihtiyacı varmış. Zaman kullanıldı ve 9 ay sonra Türkiye bize ilk uzmanlarını, Bayraktar ve yardımcılarını gönderdi, iş bankası müfettişi ve öğretim müfettişi adı altında. Bundan sonrasını İsmail Tansu’nun kitabından izleyebilirsiniz. Emri aldığı günden itibaren olayları biliyor. Kitap, “emir oldu ve biz kurduk” diye başlar. Ancak bu teşkilat önceden kurulmuştu. Biz, mevcut teşkilatı 9 ay sonra teslim etmiştik. Propagandaları, yayınları, köylerdeki örgütlenmesiyle, adamlarıyla zaten maneviyat ayaktaydı. Bir şeyler vardı ama bilinçli bir kuruluş değildi. Arkadaşlar geldikten sonra, bir kısmı benim avukatlık büromda, bir perdenin arkasında, Kuran ve silah üzerine yeminlerini ettiler. Halkta da büyük istek ve heyecan vardı. Böylece büyük bir kuruluş ortaya çıktı.
1963’de Rumların saldırısında eğer TMT’nin hazırlığı olmasaydı, kayıp çok daha fazla olurdu. 1960 anlaşması yapılıp barış sağlandığında silahları gömmüştük. Çanakların yerlerini çok az kişi biliyordu. Bunlar yeniden çıkarıldılar ve bütün direniş 11 yıl TMT sayesinde devam etti. 1974 tarihinde gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekatı’nda Kolordu Komutanı olan Ersin Paşa “TMT’nin kontrol altına aldığı yerler olmamış olsaydı biz çok daha fazla zaiyatla adaya çıkardık” demiştir. Harekatın başarıya ulaşmasından sonra ilk iş TMT’yi lağvetmek oldu çünkü resmi olarak Türkiye’den Silahlı Kuvvetler Teşkilatı gelmişti, artık gizli bir yer altı teşkilatına gerek yoktu. Kısaca TMT, tarihi bir direniş teşkilatıdır.
Kıbrıs Türk halkı için olduğu kadar Türkiye Cumhuriyeti için de bir efsanedir sayın Denktaş. Onun emekleri, Türk halkı adına çektikleri, yaşadıkları ve kendisi daima bir ışık olarak halkın gönlündedir.
Biz dünya Türkleri olarak birbirimizi severek, milli davamızı savunarak, ana haklarımız almaya özveri vererek, çalışmalıyız birlikte, beraberce hareket ederek, yarınlarımızı düşünerek, sağlam adımlar atarak, tüm millet, vatan, toprak, Bayrak sever kardeşlerimizle birleşerek, atalarımızın izinde yürüyerek, şehitlerimizin temiz kanları yerde kalmadan, milli mücadelemiz ile kan vererek tüm milli, tarihsel, kültürel haklarımızı alalım.
Birlikte, beraberlikle ve dayanışma içinde olarak karşımıza çıkabilecek her tür güçlüğü, sıkıntıyı, baskıyı, ölümü, işkenceyi bir yana bırakarak şehitlikten, özveri Fedakârlıktan kaçınmamalıyız, her türlü çalışmalarda, yolunmalarda, her bir alanda birlikte olmalıyız. Türk milletine karşılıklı saygıyı, güveni, sevgini göstererek birlikte yardımlaşmayı uygulamalıyız, bu topraklarda hiç bir kimseye kölelik yapmamalıyız, büyük devletler, İmparatorluklar kuran Türk milleti, bugüne kadar bizleri dünyanın hiçbir gücü çöktürememiş ise bundan sonra da hiçbir dünya gücü çöktüremeyecektir.Bizler Türkler olarak Kanlı Noel saldırılarını, Türk dünyasında Kerkük, Telafer, Tuzhurmatu, Altunköprü, Kafkaslarda, Karabağ’da, Bulgaristan, Türkistan, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Çeçenistan, Kosova ve tüm Türk topraklarında, topraklarında kaybettiğimiz canları, dökülen kanlarımızı yıllarca çektiğimiz acıları, yoklukları, idamları, hapishaneleri unutmamalıyız.
Ulu Tanrımız dünya Türklerine ve Kıbrıs Türklerine bir daha toplu mezarları, acı, işkenceli, çileli baskılı günleri yaşatmasın. 1974 de Ağustos ayında gerçekleşen bu hayâlımız ikinci Barış Harekâtından sonra elde etmiş olduğumuz bu kutlu utkunun değerini kıymetini bilmeliyiz, bu topraklara bağımsızlık, özgürlük getiren büyük Türk askerini, ordusunu, silahlı güçlerini ve bu uğurda canlarını, kanlarını veren şehitlerimizi unutmamalıyız, tam olarak yollarında yürümeliyiz, onlar için Fatihalar, dualar okumalıyız, onların kutsal, yüksek adları, şanları dilimizden düşmemelidir, hiçbir zaman düşmanların, hainlerin sinsi oyunlarına gelmeyelim, beraber olalım, birlik olalım, birlikte çalışalım.
Alıntı-düzenleme13.01.2012