Nihal Atsız
Edebiyat, tarih, coğrafya dersleri okutmakla güdülen gayelerden birisi de, gençlere, millet ve yurt sevgisi aşılamaktır. Bu işin hiç yalan söylemeden, gerçekleri değiştirmeden yapılması gerekir. Çünkü yalancılık üzerine kurulmuş yurtseverlik olamayacağı gibi, gerçeklerin değiştirilmesinden de hiç bir erdem doğmaz. Çocuklar, kendi edebiyatlarını ve tarihlerini okurlarken düşünürler, muhakeme yaparlar, sevinirler, kızarlar, beğenirler, tenkid ederler; fakat sonunda bütün zaferler ve bozgunları İle, iyi ve kara günleri ile Türk tarihi, Türk kültürü, Türklük sevgisi gönüllerinde yer eder. Hattâ bazan bütün o okunan cilt cilt kitaplardan, akıllarda hiç bir şey kalmaz da gönüllerde bir millî sevgi ve inanç kalır, istenilen, ve beklenilen de esasen odur.
Bir milletin çocukları, o milletin iyi oğulları ve kızları olabilmek için hem millî sevgi, hem de millî kin ile yetişmelidirler. Her milletin tarihî düşmanları vardır. Bir milletin çocukları kendi soylarına kötülük etmiş olanları bağışlayarak büyürse, onlara karşı hiç bir öç duygusu beslemezse, yahut kendine hizmet edenleri tanımaz da onları inkâr ederse, bu millet yaşama hakkını kaybeder.
Osmanlı sultanları hakkındaki yersiz iddiaların okul kitaplarına kadar girmesi, işte bu tehlikenin delillerinden birisidir. Ali Canip Yöntem′in, liselerin dokuzuncu sınıflarında okutulan «Edebiyat» adlı kitabındaki bir kayıt, bunlardan birisidir.
Bu kitabın 1937 basımının «Siyasî Tanzimat» bölümünün 185. sayfasında şöyle bir satır var:
« O aralık Abdülmecid tahta geçmişti. Bu her Osmanlı padişahı gibi gaafil ve bîçare bir adamdı.(1)…»
Ali Canip Yöntem, cahil zamane dalkavuklarından birisi bulunsaydı, bu sözün belki o kadar ehemmiyeti olmazdı. «Şuursuz maskaranın biri bir hezeyan savurmuş!» der geçerdik. Fakat bu hüküm, Ali Canip gibi vatansever, hattâ biraz Türkçü bir edebiyat öğretmeninin; Ömer Seyfeddin ile arkadaşlık etmiş, dilin sadeleşmesi hareketlerine karışmış, tarihini iyi bilen “bir aydının kaleminden çıkınca, iş değişmektedir.
Demek, bütün Osmanlı padişahları gaafil ve bîçare! Demek, Türk ordularını zaferden zafere koşturan, Türklüğü ve Müslümanlığı bütün Avrupa′ya karşı savunanların başında bulunan, yurdun her yerini bilim ve sanat eserleriyle dolduran bu insanların arasında bir tanecik bile değerli insan yok, öyle mi?
Bu gaziler ve şehitler ocağına savrulan bu suçlama, vicdanlar için ne ağırdır! Osmanlı ocağında bir ′iki tane çılgın, bir iki tane iktidarsız insan çıkmakla, onların hepsini birden çürütmeye kalkışmak hangi mantığın işidir? Böyle bir .suçlama yapmakla, bir kitabın yanlış bir cümlesine bakıp bütün kitabı çürütmek arasında ne fark olur?
Bunları üzülerek kaydettikten sonra, Osmanlı padişahları hakkında tarih yönünden verilmesi gereken hükme geçiyorum:
Sultan Öyüğü′nde Rumları yenen, Karacahısar′ı kuşatan ve Söğüd′ü alan Ertuğrul Gazi′yi bırakıyorum. O resmen padişah sayılmadığı için Ali Canip Yöntem′in hakaret huzmeleri ona kadar erişememiştir. Onun için söze Osman Gazi ile başlıyorum.
Burada, Osmanlı padişahlarının katıldıkları veya doğrudan doğruya tesirleri bulunan olayları ele alacağım. Bu yazı bir tarih İncelemesi olmadığı için de belki bazı eksikliklerim ve yanlışlarım bulunacak. Osmanlı padişahlarının büyüklerine ait olan eksiklerimi Ali Canip Yöntem′e bağışlıyorum. Yanlışlarımı da, tarih bilenler, bana bağışlasın.
Osman Gazi: 1248′de 70 kişiyle İnegöl zaptına giderken Rumların pususuna düştü, fakat bozulmadı. Bu çarpışmada yiğeni Baykoca şehit düştü. Sonra 3000 kişiyle Kocahısar (veya Kulacahısar)ı basıp aldı. Bir müddet sonra Rumlarla Büyük Eğizce Savaşı′nı yapıp kazandı. Bunda da kardeşi Sarubatı Savcı Beğ′i şehit verdi. Sonra İnegöl′ü zaptetti. 1291′de MudurnuGöynük seferini yaparak Rumları kılıçtan geçirdi. Kaldırık Derbendi′ndeki savaşta Rumları bozup Bilecik ve Yarhısar′ı aldı. 1299′da Yalova′da Rumları bozguna uğrattı. 1301′de Yenişehir ve Yundhısar′ı, 1302′de Köprühısar′ı aldı. 1303′te, alamamakla beraber, İznik′e saldırdı. 1306′da Koyunhısar′ı önünde üstün bir Rum ordusunu yendi. Bu savaşta kardeşi Gündüz Beğ ve Gündüz Beğ′in oğlu Aydoğdu şehit düştüler. 1308′de Koçhısar′ı, 1313′te Akhisar′ı aldı. Geyve tekvürünü de bozup kaçırdı. Bütün ha
yatında adaleti ve iyi tedbiriyle Anadolu tımarlılarını çevresine topladı. Düşmanlarından pek çok ganimet aldı. Fakat öldüğü zaman hiçbir şeyi çıkmadı. Acaba, Osman Gazi, bunun için mi gaafil olmaktadır?
Orhan Gazi: Daha babasının son yıllarında devlet işlerinin fiilî olarak başına geçmişti. 1327′den1337′ye kadar on yıl çarpışarak, yani ok ve kılıç kullanarak, yani kendini ölümün kucağına atarak Aydos, İzmit, Hereke, İznik, Taraklı, Gemlik kalelerini Rumlardan aldı ve bir Türk beğliği olan Karası′yı kendi ülkesine ekleyerek Anadolu′da Türk birliğine doğru kuvvetli bir adım attı. 1338′de oğlu kahraman Süleyman Paşa′yı Rumeli′ye göndererek Gelibolu, Bolayır, Malkara, İpsala ve Tekirdağ′ını zaptettirdi. Acaba, bu işleri yaptığı için mi Orhan Gazi de gaafil ve bîçare oldu?
Gazi Murad Beğ: Anadolu Türk birliği için bir adım daha atarak Ankara′yı ülkesine ekledi. Sonra 1363′te Çorlu, Lüleburgaz ve Edirne′yi, daha sonra Niş kalesini aldı. 1382′de Germiyan Beğliğinin bir kısmını Osmanlı ülkesine ekledi. 1389′da ise şanlı Kosova Meydan Savaşı′nı kazandıktan sonra şehit düştü. Memlekette kuvvetli bir teşkilât ile birlikte yeniçeriliği de I. Murad kurmuştu. Buna göre, hangi hareketinden dolayı gaafil ve niçin bîçare idi?
Yıldırım Bayazıd: Ortaçağın bu büyük adamı, Kosova′nın kazanılmasında en büyük rol oynayanlardan biridir. Anadolu′daki Türk beğliklerinin hemen hepsini Osmanlı ülkesine ekleyerek Anadolu′da Türk birliğini kurdu, İstanbul′u kuşattı. 1396′da birleşik Avrupa ordularını Niğebolu′da darmadağın ederek tarihimize altın bir yaprak yazdı. 1402′de Ankara Savaşı′nda da nasıl kahramanlıklar gösterdiği ve tutsaklığa katlanamadığı için intihar ettiği(!?) malûmdur. Acaba, bu dünyada kadınlarla cümbüş edip şarap içmek dururken, tatlı canına kıydığı için mi gaafil sayıldı?
Kahraman Yıldırım′ın, her biri az veya çok padişahlık etmiş olan oğullarından hepsi de (Süleyman, Mehmed, Musa, Mustafa, İsa) birer kahramandı. Kahraman Süleyman Çelebi, şairleri çok sever, korurdu. Musa Çelebi ise koyu bir gâvur düşmanı ve durmadan onlarla çarpışan bir kahramandı. Mehmed Çelebi′ye gelince; hem bir artist kadar yakışıklı, hem de pehlivan ve nişancı bir kahramandı. 24 savaşa girip kırka yakın yara almış ve bu yaralar, yüzünden erken ölmüştü.
II. Murad: İstanbul′u kuşattı. Aksak Temir′le yapılan çarpışmadan sonra bozulmuş olan Anadolu Türk birliğini kısmen yeniden kurdu. 1429′da Selânik′i aldı. 1444′te Varna, 1448′de İkinci Kosova meydan savaşlarını kazandı. Şairdi, Şiirleri, XV. Yüzyılda yazılmış olmasına rağmen XX. Yüzyılda yazılmış şiirlerin birçoğundan daha güzeldir. Musikiyi çok severdi. Saltanat sürmek düşüncesinden bile uzaktı. Acaba, eline geçmiş olan sultanlığı oğluna bırakarak çekildiği için mi gaafil ve bîçare idi?
Fatih: Fatih hakkında ben ne yazayım? O, kendi kendini zaten tarihe yazmış. Bir tek Ali Canip değil, bütün insanlık Ali Canip′lerden ibaret olup onu inkâr etse bile, o, yine vardır ve büyüktür. Ali Canip Yöntem′in, Karacaahmet mezarlığından tek başına geçemediği yaşlarda, o, ülkeler ve′ devletler yıkıp topraklarını Türk ülkesine katıyordu. Bir gün onun heykellerini dikeceğimiz muhakkaktır. Ona heykeller de azdır, İstanbul′a onun adını verip meselâ «Fatihkent» desek yine azdır. Ona, Türk sanatının, Türk dehâsının eşsiz bir eseri olacak büyük bir heykel mutlaka dikmeliyiz. Ne lazımsa; altın mı, gümüş mü, granit mi, her ne gerekiyorsa bulup, ulu bir heykel dikmeliyiz. Fatih, bütün ataları, dedeleri, büyük amcaları gibi Belgrad savaşında yaralanmış bir gazi idi. Şair, bilgin ve yasacı idi. Acaba neden gaafil ve bîçare oluyor? Nefsine uyarak, yenilmiş Bizans′ta bir kumandan kızına gösterdiği muameleden mi? Ne yapalım? Yapmasa elbette daha iyi olurdu ama, nihayet bunu yirmi yaşlarında iken ve bir düşmana karşı yapıyordu. Kendi kumandanlarının kızlarına ve evdeşlerine saldırmıyordu ya…
II. Bayazıd: Fatih′in oğulları olan II. Bayazıd ve Cem de gaafil ve bîçare değillerdi. İkisi de şair ve kahramandılar. II. Bayazıd, Fatih ile Yavuz arasında sönük kalıyorsa da, gerçekten, bir tarihçinin dediği gibi, hiçbir davranışında lüzumsuz veya eksik bir nokta olmayan şuurlu bir padişahtı.
Yavuz: Yavuz′a gelince; bilmem ki gaafil ve bîçare sıfatlarının onun kadar yakışmayacak insan bulunabilir mi? İki dilde şair, tuttuğunu koparır, dünyayı bir padişaha dar görür, kahraman, o bilginler dostu arslan da gaafil ve bîçare ise, acaba, öteki insanlar nedir? 1514′teki Çaldıran, 1516′daki Merci Dabık meydan savaşlarını kazanan ve çelik iradesiyle devleti bölünmek .tehlikesinden kurtaran Yavuz, belki de, Türkiye tarihinin Alp Arslan ile birlikte en büyük şahsiyetidir. Kemalpaşaoğlu′nun dediği gibi ölümüne hem kılıç, hem de kalem ağlamıştır.
Kanunî Süleyman: Koca Yavuz′un oğlu Koca Süleyman′a, yasacı Süleyman′a gelince: 13 savaşa katılan bu, Belgrad, Rodos, Budin, Tebriz ve Bağdat
fatihine, Mohaç′ın şanlı kahramanına, Barbaros′un, Turgud′un, Sinan′ın ve Bâki′nin padişahına, bu şair cihan imparatoruna, insan nasıl gaafil ve bîçare der? Bir insanın her hangi bir hareketi, bir iki yüzyıl sonra kötü sonuç verdi diye, o insana gaafil demek, gafletten başka nedir? Dâhi denilen nice kimseler vardır ki, 25 yıl sonrasını görememişlerdir. Başka milletler, kendi çocuklarına büyüklük ve kahramanlık örnekleri vermek için gerçekleri değiştirmekten çekinmeyerek, şöyle böyle krallarını bile büyük kimselermiş gibi gösterirken, bizim kendi kahramanlarımızı küçültmeye kalkmamız, vatanseverliğe indirilmiş ağır bir baltadır. İnsanlar, çevrelerinde ne kadar çok kahraman örneği görürlerse, yiğit yetişme ihtimalleri o kadar artar. Tarihî kahramanları silmekle bir millet silmek arasında fark yoktur.
II. Selim: Hiçbir savaşa girmedi. Şair ve ayyaştı. Anası Rus olduğu için sevilmeyen bu hükümdarın, büyük bir tarafı yoktu. Zamanında Yemen, Kıbrıs, Tunus alınmış olmakla beraber, kendisinin hiçbir enerjisi görülmemiştir. Bununla beraber, devlet idaresini ehillerinin eline bırakmakla gaafil olmadığını göstermiştir.
III. Murad: Devlet işlerine pek karışmazdı. Kadınlara pek düşkündü. Fakat gaafil ve bîçare denecek bir halini tarih kaydetmiyor.
III. Mehmed: Babası ve dedesi gibi rehavetli değildi. Savaşa çıkarak 1597′de Eğri′yi fethetmiş ve Haçova Meydan Savaşı′nda Almanları bozguna uğratmıştır. Kusuru, anasını devlet işlerine karıştırmasıdır.
I. Ahmed: Şairdi. Çok dindar ve merhametli idi′. 27 yaşında ölmüştür. Saltanatta veraset usulünü değiştirmesi ve şehzade idamlarına engel oluşu İnsanî bakımdan iyi bir hareketti. Fakat bu hareket, netice bakımından devletin aleyhine oldu. Devletin başına genç hükümdarlar yerine yaslıların gelişi,
hayırlı olmamıştır.
I. Mustafa: Ali Canip Yöntem′in sözlerine uygun düşer. Fakat hastaydı. Bir hastadan, normal insanlardan istenen şeyler beklenemez.
Genç Osman: II. Osman, eski Osmanlı padişahları gibi büyük yaratılışta bir kahramandı. .14 yaşında tahta çıktı. 17 yaşında Lehistan seferine yöneldi. Yeniçerilerin bozukluğunu ilk defa gören odur. Meyhaneleri. kapatmış, aylık ve ikramiyeleri azaltmış, yani devleti sert bir elle tutmaya başlamıştı. Bozulmuş devşirmelerin fesadı ile daha 18 yaşında iken şehit edilmeseydi, muhakkaktır ki, devleti en şanlı derecesine çıkaracaktı.
IV. Murad: Yavuz′un küçük bir kopyasıdır. O da 14 yaşında padişah olmuştu. 23 yaşında devleti eline aldığı zaman nasıl bir demir adam olduğunu herkese gösterdi, 1636′da Revan′ı, 1639′da Bağdat′ı zaptetti. Osmanlı padişahlarının çoğu gibi o da pehlivandı. Rakı ve tütün içenleri idam ederdi. Fakat rind ve şairdi. 31 yaşında ölümü devletimiz ′için acı bir kayıp olmuştur.
İbrahim: Çok hamiyetli, yurtsever, sessiz bir insandı. Padişah olduktan biraz sonra başlayan ve bir türlü tedavi edilemeyen daimî bir baş ağrısı, sonunda sinirlerini bozmuş, onu Cinci Hoca′ya muhtaç bir hale getirmiş ve davranışlarında hiçbir disiplin kalmamıştır. Eğer, o sırada başka bir şehzade olsaydı herhalde padişah yapılır ve Sultan İbrahim 9 yıl tahtta kalmazdı.
Avcı Mehmed: Sultan İbrahim′in oğlu Avcı Mehmed′in 7 yaşında tahta çıkarılması devletin bir hasta tarafından idare edilmek felâketini önlemiştir. IV. Mehmed, büyük bir padişah değildi. Osmanlı İmparatorluğunun o zamanki dağdağalı hayatı onu her şeyden bezdirmiştir. Fakat çok şefkatli ve ilim sever bir adamdı. Meşhur tarihçi Müneccimbaşı′yı korumuş olması, herhalde, gaflet eseri değildi.
II. Süleyman ve ll. Ahmed : 58 yaşında tahta çıkan ve 3 yıl padişahlık eden II. Süleyman ile 49 yaşında hükümdar olup 4 yıl bu mevkide kalan ll. Ahmed′in devirleri, devletimizin en karışık zamanlarına rastladığı ve ikisi de çok kısa bir müddet saltanat sürdükleri için leh ve aleyhlerinde bir söz söylemek kolay değildir.
II. Mustafa: 10 yıl tahtta kalan II. Mustafa, 22 yaşında padişah olmuştu. Atalarının meziyetlerine sahipti. Üç sefere çıkıp ikisini kazanmıştır. İnce zevkli, zeki ve hoş sözlü idi. Askerî bir isyan üzerine tahttan çekilip padişahlığı kardeşi III. Ahmed′e bıraktığı zaman, ona çok kardeşçe ve akıllıca öğütler vermiş ve kardeşini tahta kendisi çıkarmıştı.
III. Ahmed: Sefere çıkmadı. Fakat onun zamanı edebî ve ilmî bir kalkınma çağıdır. Arapça ve Farsça′dan Türkçe′ye bir takım değerli kitaplar çevirmek için heyetler kurulması, matbaanın Türkiye′ye girişi, siyasetteki metin istikrar III. Ahmed′in işidir. Kahraman olmayışı bir eksikliktir. Fakat meziyetleri de inkâr edilemez.
I. Mahmud: Doğru görüşlülüğü ile devletin şanını yükseltenlerdendir. Kahramanlıktan çok ilme ehemmiyet verirdi. Yalnız İstanbul′da 4 kütüphane açmıştır.
III. Osman: İhtiyarken padişah olmuş ve 3 yıl tahtta kalmıştı. Parlak bir şahsiyet değildi. Fakat sefahat ve ahlâksızlığın önüne geçmek için aldığı tedbirler, gaafil değil, düşünceli olduğunu gösteriyor.
III. Mustafa: Frederik′in meziyetlerini anlamış ve onunla ittifaka çalışmış uyanık bir padişahtı. Avrupa′nın teknikçe bizden ileri olduğunu biliyor ve tekniği memlekete sokmaya çalışıyordu. Zamanında, ilk defa görülen büyük askerî bozgunlar yüzünden duyduğu üzüntü ölümüne sebep olmuştur.
I. Abdülhamid: 50 yaşında padişah olmuştu. Kaynarca Barışı gibi, o zamana kadar devletin görmediği bir barış kendi zamanında imzalandığı için talihsizdi. Kırım′ı kurtarmak ve. Kaynarca′nın öcünü almak için devleti hazırlamış ve savaşa girmişse de, düşman ikileşince başarı kazanamamış ve Moskoflar zaptettikleri Özi kalesinde bütün ahaliyi kılıçtan geçirince, 65 yaşında olan padişah bu haberi aldığı an bir ah çekerek inme ile ölmüştür.
l. Abdülhamîd, askerî ıslahat yapmış ve Avrupa tekniğini kısmen memlekete sokmuştu. Hamiyetli bir imparator ve Ruhşah adındaki kıza olan büyük sevgisiyle romantik bir âşıktı. Hayatı ve hareketleri ve hele ölümü gaafil olmadığını gösteriyor.
III. Selim: III. Selim′e asla gaafil denemez. O, büyük ve çok merhametli bir yaratılıştı. Yaş Barışı gibi felâketli bir barış zamanında imzalanmış, fakat o, devleti kurtarmak için sistemle çalışmaktan usanmamıştır. Yeniliği yurda yavaş yavaş sokmak İstiyordu ve bunda haklıydı. Yalnız Selimiye Kışlası gibi büyük ve sağlam bir yapı bile onun yüce himmetine delildir. Musikişinas idi. Padişahlıktan çekildikten sonra bir takım alçak Arnavutlar öldürmek için odasına saldırdıkları zaman ney çalıyordu. Kılıçlara karşı bir zaman kendini bu hazin ney ile, kahramanca, bir Osmanlı padişahı gibi savundu.
III. Selim, işini başarmadan öldü. Fakat başaracak II. Mahmud kendisinden ders almıştı.
IV. Mustafa: Bir yıl kadar sultanlık ettiği için ehemmiyeti yoktur.
II. Mahmud: Osmanlı padişahlarının en büyüklerindendir. 23 yaşında padişah olmuştu. Tepedelenli Ali gibi edepsizleri ve Yeniçeri ocağı gibi bir bozgunculuk yuvasını kahretmesi ve bugünkü Türk ordusunun temelini atması büyüklüğünü gösterir. Bütün teşebbüslerine ve iyi niyetine rağmen bir çok felâketlerle karşılaşması, tarihin ve talihin II. Mahmud′a karşı haksızlığıdır. O, batı medeniyetini şuurlu bir surette almak, fakat milliyetimizden hiçbir şey kaybetmemek istiyordu. Türkiye′ye gazeteyi II. Mahmud sokmuştur. Bununla, halk fikrini açmaktan başka bir gaye gütmüyordu. Yani yaptığı işleri taklit düşüncesiyle değil, memlekete yararlı olmak için yapıyordu.
Sultan Abdülmecid: Abdülmecid de gaafil ve bîçare değildi. Bir çok okullar onun zamanında açıldı. Ve nihayet, yüzyıllarca hep birkaç düşmana karşı tek başına dövüşmekte olan Türkiye, ilk defa onun çağında Avrupalı müttefikler bularak tarihî düşman Moskof′a bir sille daha atmak imkânını elde etti. Bütün ömrünce adam seçmesini ve seçtiklerinin sözünü dinlemesini bildi.
Sultan Aziz: Zamanında devlet, Avrupa′nın büyük devletlerindendi. İlk kız okulu onun zamanında açıldı. Darülfünun, Hukuk, Mülkiye onun zamanında kuruldu. Kendisi de pehlivan olan Abdülaziz, millî sporumuz olan güreşi teşvik etti ve korudu. Rusya′ya karşı büyük bir savaş hazırlıyordu. Bunun için büyük bir donanma kurmuştu. Kırım′ı kurtarmak istiyordu. Büyük himmetli hakandı. En büyük kusuru devleti çok borca sokmasıydı.
V. Murad: Sinirleri zayıf olan V. Murad, tahtta pekaz kaldı. Hakkında bir şey söylenemez.
II. Abdülhamid: Söylendiği ve yazıldığı gibi kötü bir hükümdar değil, aksine büyük ve dahî bir imparatordur. Onun hakkında, henüz, bütün belgeleri gözden geçirerek hazırlanmış tarafsız bir inceleme yapılmamıştır. 1908 Meşrutiyetinden beri «vur abalıya!» kabilinden aleyhine söyleyip yazmak moda olduğundan Abdülhamid′in görülmedik derecede fena, kan dökücü bir padişah olduğu inancı uyanmışsa da, bu, tamamen yanlıştır.
Sultan Hamid′in fena olduğunu yazanlar, onun düşmanları olan İttihatçılardır. Yani Abdülhamid′in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu batırıp memleketten kaçanlardır, Abdülhamid, kendini savunmamış ve zaman onu haklı çıkarmış olduğu için bugün bir mazlum haline gelmiştir.
ll. Abdülhamid′in haricî ve malî siyaseti dâhiyane, maarif ve bayındırlık siyaseti mükemmeldi. Büyük Avrupa devletlerini birbirine düşürerek Türkiye aleyhine birleşmelerini başarı ile önledi, Avrupalı siyaset adamlarından, elçilerinden, gazetecilerinden para ile elde ettiği adamlar sayesinde. Batılıların hakkımızdaki karar ve düşüncelerini her zaman vaktinde öğrendi, bu kararlan bozmanın ve önlemenin yollarını buldu. Denilebilir ki II. Abdülhamîd, Avrupa devletlerini avucunda tutmuş ve onları istediği gibi oynatmıştır. Malî siyaseti de böyledir. Sultan Aziz cağında, alınan borçların üçte ikisini ödemiştir. Geriye kalan üçte birinin ödenmesi Cumhuriyet zamanının ortalarında tamamlanmıştır. Abdülhamid zamanında paramızın değeri yüksekti. Yüz kuruşluk lira 108 kuruşa geçiyordu. 33 yılda aşağı yukarı, hiç bir şeyin fiyatı değişmemiştir. Bazı aylar aylık verilemediği halde, memlekette açlık ve sefalet denilen şeyler bilinmiyordu.
Abdühamid zamanında açılan okullar İle yapılan ilmî yayınlar, şaşılacak kadar çoktur. «Sicilli Osmânî», «Kaamûs ülÂlâm», «Kaamûsi Türkî», «Lehçei Osmânî» gibi hâlâ ilk elde başvurduğumuz ana kaynaklar bu zamanda yayınlanmıştır. Sonra, padişah olur olmaz «Hamidet ülUsûl» adı ile tarih metodolojisine ait bizdeki ilk eseri hazırlatması çok dikkate değer.
Abdülhamid′e en büyük kusur olarak, Meclisi Meb′ûsânı kapatması gösterilmektedir. Halbuki Meclisİ Mebûsân′ı kapatması Sultan Hamid′in, en uzak görüşlü, milliyetçi ve dâhiyane hareketlerinden birisidir. «Meclisi kapattı, antidemokratik hareket etti, müstebit padişahtı!» teranesi, sathî görüşlülükten ve demagojiden başka bir şey değildir. Bu meclis kapanmasa ne olacaktı? Osmanlı İmparatorluğu medeniyet yolunda en üst dereceye mi çıkacaktı? Aksine, Türkiye İmparatorluğu XIX. Yüzyılın sonunda batacak ve büyük bir ihtimalle, o zaman daha geri bir kültür seviyesinde bulunan Anadolu′yu kurtarmak da mümkün olmayacaktı, günkü o zaman 30 000 000 nüfuslu imparatorlukla 10 000 000
Türk, 12.000.000 Müslüman gayrı Türk, 8 000 000 da Hıristiyan gayrıtürk vardı. Yani Türkler nüfusun ancak üçte birini teşkil ediyordu. Hıristiyan unsurlar kültür bakımından Türklerden ileri idî. Rusya ve diğer Avrupa devletleri tarafından korunuyorlardı. Avrupa′da okumuş aydınları çoktu. Arap nüfusu da kültür bakımından Türklerden geri değildi ve Arap milliyetçiliği, hattâ halifeliği Türklerden almak fikri ve düşüncesi başlamıştı.
Bu şartlar altında çalışacak bir meclisten acaba ne gibi kanunlar çıkabilirdi? İmparatorluğu parçalamak için bütün imkânlar hazırlanmaz, Türklük aleyhinde kanunlar çıkmaz mı idi? Mecliste temsilcileri bulunan bütün unsurlar, daha sonra örneklerini gördüğümüz azgınlıklara ′hemen başlamaz mı idi? İçinde 1,5 milyon Ermeninin de temsilcileri bulunan bir Meclis olsaydı, acaba, Ermeni hâdisesi olduğu zaman Sultan Hamid, Avrupa′nın gözü önünde rahat rahat tarihî vazifesini yapabilir miydi? Bütün bunları ve diğerlerini düşünmeden hüküm vermek, elbette ki, insanı yanlış sonuçlara götürür.
ll. Abdülhamid, Meclis′i kapattıktan sonra boş durmadı. Açtığı okullarda Türk halkını yetiştirmeye çalıştı. Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarının bütün kumandanları Abdülhamid′in yetiştirmeleridir.
Sultan Hamid′in kanlı bir hükümdar ve bir «kızıl sultan» olduğu hakkındaki iddialar da iftiradır, o, ancak, bu vatanı parçalamak isteyen Ermeniler için bir kızıl sultandır. Vatan düşmanları için kızıl sultan olan Abdülhamid, bizim için, olsa olsa, «ak sultan» olabilir.
Hürriyetçi Tıbbiye ve Harbiye öğrencilerini denize attırdığı söylentilerinin iftira olduğu da anlaşılmıştır. Sultan Hamid, siyasî idam yaptırmamıştır. Kendisine suikast yapanları bile bağışlamıştır. Mithat Paşa′yı Abdülhamîd′in öldürttüğü hakkındaki isnad, tarifi bakımından müsbet değildir. İngilizler tarafından kaçırılırken Mekke şerifinin vurduğu yolundaki söylentinin de iyice incelenmesi gerekir.
Sultan Hamid′in verdiği en büyük ceza sürgündü. Sürgünlere de aylık bağlardı. Namık Kemal′in mezarını yaptırmak büyüklüğünü de göstermiştir.
1908′de Meclis açılıp mebuslarla konuştuğu zaman”Geçen Meclisteki gayrımüslim mebusların hemen hepsi Avrupa′da tahsil görmüş insanlar olduğu halde bizimkilerin çoğu ümmî idi. Bu haliyle mebuslarımız gayrimüslimlerin tezviratına ve devleti baltalamasına mukavemet edemezlerdi. Otuz yıldır bir çok mektepIer açarak Müslüman halkı aydınlatmaya çalıştım. Bilmem, kâfi gelecek mi? Allah muvaffak etsin!» demesi doğru görüşüne delildir. Bunun doğruluğunu anlamak için 1908 Meşrutiyet Meclisi′ndeki gayrı Türk unsurların küstahça hareket ve sözlerini hatırlamak yetişir.
İttihatçıların ve yamaklarının propagandası ile Sultan Abdülhamid, âdeta, Türklük düşmanı haline getirilmiştir. Halbuki o, Türklüğü bir silâh olarak kullanmış, Orta Asya Türkleriyle de ilgilenmiş ve ömrünce ancak Söğüt′teki Karakeçili′lerden kurulan Hassa Ertuğrul Alayı′na güvenmiştir.
Bir gün, saray bahçesindeki hademelere iş gördürürken, içlerinden birisinin beceriksizliğine kızarak ona: «Eşek Türk!» diye bağıran ve Galiba Arnavut olan saray memuruna: «Ben de Türküm!» diye seslenerek o memurun korkudan bayılmasına sebep olmuştur. Milli şuuru kuvvetli olmasaydı, pencereden tesadüfen seyettiği olavı görmemezlikten gelebilirdi. II. Abdülhamid′in şahane jestleri de vardır. ′Birinci Dünya Savaşı′nda düşman donanması Çanakkale Boğazı′n ı zorlarken ve durum buhranlı iken, hükümetin Anadolu′ya taşınması düşünülmüş ve o zaman Beğlerbeği Sarayı′nda münzevî bir hayat yaşayan Abdülhamid′e, kardeşi V. Mehmed tarafından bir heyet gönderilmişti. Bu heyet, sonradan paşa olan Talât Beğ′in başkanlığında idi ve durumu anlatarak Anadolu′ya geçmenin zaruretini söyleyecekti. Abdülhamid, heyeti sükûnetle dinledikten sonra şunları söyledi: «Ceddim Fatih Hazretleri İstanbul’u alırken son Bizans İmparatoru şehirden kaçmayı düşünmemiş, ordusu başında ölmüştür. Biz, Bizans imparatorları kadar da mı olamıyoruz ki bu şehri bırakmayı düşünüyoruz? Osmanlı Hanedanı İstanbul’u terkederse bir daha oraya dönemez. Muhterem biraderime söyleyin: İstanbul’dan bir adım bile dışarı atamam!»
Abdülhamid, öldüğü zaman, kendisine yapılan içten gelen muhteşem tören, onun hâtırasına karşı ve uğradığı haksızlıkları tamir için gösterilmiş bir saygı idi. Bu hazin törende eski düşmanları olan ve kendisini tahttan indiren İttihatçıların iki büyük siması, Talât Paşa ve Enver Paşa, hüngür hüngür ağlamışlardır.
Sultan Hamid, gaflet ne kelime, en uyanık ve şuurlu insandı. Yıldız tepesinden tek başına Osmanlı İmparatorluğu′nu idare etti. Okullar, yollar ve ilmî yayınlar ile onu yüceltmeye uğraştı. Kuvvetli kurmay subaylar hazırladı. Ermenileri sindirdi. Balkan milletlerini birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerine engel oldu. Avrupa devletlerini kukla gibi oynattı. Türkiye′de ve Avrupa′da kuş uçsa haberi olurdu. İngiliz entellijensini gölgede bırakan bir haber alma şebekesi kurmuştu. Değerli insanları korudu. Para ile düşmanlarını kul haline getirdi. Çok namuslu idi. Kadınları asla devlet işlerine karıştırmadı. Kan dökmedi. Kimsenin ekmeği ile oynamadı. Böylelikle 33 yıl, İçten güçsüz ve dıştan tehlikelerle çevrili imparatorluğu ayakta tuttu. İslâm dünyası üzerinde öyle bir otorite kurdu ki, Avrupa devletleri bu nüfuzdan çekinir oldular. Onun kudreti sayesinde İstanbul ve Rumeli Hîristiyanları Türklere karşı bir aşağılık duygusu içinde idiler. Her ay yüzlercesi, kendi istekleriyle, Müslüman oluyorlardı.
Tahttan indirilmese ve aynı otorite ile devleti on yıl daha idare etseydi, Balkan Savaşı çıkmayabilir, Türkiye Birinci Dünya Savaşı′na girmez ve bu suretle imparatorluk kaybedilmezdi.
Sözün kısası, II. Abdülhamid, gafletin ve bîçareliğin zıddı ne ise, onun en muhteşem temsilcisidir.
(1) Bu cümle, kitabın «Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekâleti Neşriyatından» seri kaydı ile 1926′da yayınlanan basımından beri vardır.
(Tanrıdağ, 10. ve 11. sayı, 10 ve 17 Temmuz 1942)
Türk Tarihinde Meseleler / ATSIZ / Ötüken / 1980 / sf:118 vd.
23.09.2016