Osmanlı Ekonomisinde Meydana Gelen Değişmeler

XVII ve XVIII. yüzyıllar Osmanlı ekonomisi için bunalımlı dönemler olmuştur. Bunun nedenleri arasında içeride ve dışarıda özellikle Avrupa’daki gelişmeler önemli rol oynamıştır.Osmanlı Devleti’nin XVI. yüzyılın sonlarından itibaren yapmış olduğu yoğun savaşlar, Celali isyanlarıyla Anadolu’da üretimin düşmesi ve taşrada devletin etkinliğini kaybetmesi sonucu toplanan vergilerin azalması gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkan bütçe açıkları tağşişlere neden olmuş ve hızlı enflasyon görülmüştü. 1580’deki ilk büyük devalüasyonun ardından 1600’de ikinci devalüasyon yapılmış bu durum aralıklarla 1648’e kadar sürmüştü.Devlet ek gelir oluşturmak için padişaha ait olan iç hazineden merkezî hazineye para aktarmak, müsadere sistemini işletmek, tağşişler yapmak zorunda kalmıştı. Osmanlı Devleti’nin mali bunalım yaşamasının en önemli iç nedenlerinden biri askerî, idari ve mali düzenin temelini oluşturan tımar sisteminin XVI. yüzyılın sonlarına doğru çeşitli sebeplerle bozulmaya başlamasıdır. Nüfuzlu kişilerin kanunlara aykırı olarak tımar ve zeametleri kendi çevrelerine vermeleri, fetihlerin durması,aşırı nüfus artışı ve toprak yetersizliği, tımarların dağıtımındaki usulsüzlükler, tımarların zamanla vakıf veya özel mülkiyete geçmesi bu sistemin bozulmasına neden olmuştur. Ayrıca Avrupa’da kurulan ateşli silahlara sahip merkezî ordular karşısında, eyalet (tımar) askerlerinin yetersiz kalmaları, devletin merkezî ordu kurmak istemesine neden olmuştur.
Devletin gelirlerini merkezde toplamak amacıyla tımarları yüksek bedeller karşılığında iltizama vermesi tımar sisteminin çözülüşünü hızlandırmıştır. Devletin XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra ekonomide nakit ihtiyacının artmasıyla vergi gelirlerini merkezî hazinede toplama çabaları ilk dönemlerden itibaren tımar sistemiyle beraber merkezden uzak eyaletlerde uygulanan iltizam sisteminin yaygınlaşmasına neden oldu. Daha sonra malikâne sistemi geliştirilerek 1695 yılında bir ferman ile yürürlüğe konuldu.Mukataa sistemiyle devlet peşin olarak vergi tahsil etmişse de mültezimin vergi kaynağını ne kadar bir süre ile kontrolü altında tutabileceği belirgin değildi. Çünkü devlet mukataayı süresi dolmadan daha yüksek bir bedel karşılığında başka bir girişimciye devretme hakkına sahipti. Böylelikle mültezimin ilk planlamış olduğu süre ile gerçekleşmiş süre arasında bir farklılık doğmaktaydı. Mukataanın yeniden açık arttırmaya çıkarılması sistemin rekabete dönüşmesine ve maliyeye de önemli bir gelir aktarılmasına yol açmıştır.
Bu sistemde vergi kaynağının kontrol süresinin belirsiz olması, mukataanın mültezim tarafından aşırı ölçüde sömürülmesine yol açmıştır. Mültezim, en kısa zamanda yatırımının karşılığını vergi kaynağından karşılamaya çalışmıştır.
Malikâne sistemine geçişle hem devletin acil para ihtiyacı hem de yıllık olağan giderlerini finanse etmek amacı güdülmüştü. Bu sistem seksen yıl içinde Osmanlı finans sistemine hâkim olmuş ve bu zaman zarfında sağlamış olduğu toplam gelirler de yüzde bin dört yüz oranında artmıştı. Sağlanan gelirlerdeki bu büyük artış, malikane olarak satılan vergi kaynaklarının çok gelir getiren bir yatırım aracı olmasından kaynaklanıyordu. Zira bu sisteme en çok yatırım yapanlar devletin ileri gelenleri, elit zümresiydi. Askerî sınıf olarak bilinen bu zümrenin ise mülkiyet hakları çok sınırlıydı. Böylelikle ekonomik durumu çok iyi, ancak mülkiyet edinme hakkı oldukça sınırlı olan bu sınıfa, kişinin yasam süresiyle sınırlı olsa da rahatça mülkiyet edinme fırsatı doğmuş oluyordu. Malikâne sistemi XVIII. Yüzyıl boyunca devam etti. Ancak 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın getirdiği ağır yük nedeniyle1775’te esham adı verilen senetler piyasaya sürülerek iç borçlanma süreci başladı. Bu mukataların yıllık kârlarının paylara ayrılarak bu payların satılması işlemiydi. Malikâne sistemi zamanla ayanlığın güçlenmesinde ve daha sonra büyük toprak sahiplerinin ortaya çıkışında etkili olmuştur. Osmanlı ekonomisinin bozulmasında dış gelişmeler de etkili olmuştur. Coğrafi keşifler sonunda sömürgelerden gelen kıymetli madenler (özellikle gümüş) Avrupa’dan sonra Osmanlı topraklarında da hızla yayıldı. Avrupalı tüccarlar aldıkları mala karşılık merkantilist anlayışla altın yerine gümüşle hatta mal ile ödeme yapıyorlardı. Bu durumda ülkede gereğinden fazla gümüşün bol, ucuz ve kolay bulunur olması madenlerin işletilmesini ekonomik olmaktan çıkardı. Bu nedenle Rumeli’de pek çok maden ocağı kapandı ve bu madenlerin çevresindeki darphaneler de aynı şekilde kapanmak zorunda kaldı. Ekonomik dengelerin bozulmasıyla güç durumda kalan devlet daha hafif akçe basmak suretiyle 1584’te büyük devalüasyonu gerçekleştirmek zorunda kaldı. Bundan sonraki süreçte akçenin değerini sabit tutmak mümkün olmadı.
XVI. yüzyılda Avrupa’da fiyatların artması ham maddenin daha ucuz bir şekilde Osmanlıdan temin edilmesine bunun da Osmanlı Devleti’nde enflasyonun ve fiyatların artmasına, para değerinde düşüşe neden olmuştur. Uluslararası ticaret açısından Doğu ticaret yolları hemen önemini kaybetmemiştir. Osmanlıların Basra Körfezi ve Hint Denizi’nde Portekizlilerle mücadelesi, bu eski ticaret yolunun tamamen önemini kaybetmesini önlemiştir. Baharat Yolu bir yüzyıl daha Lizbon’la rekabet etmiştir. XVI. yüzyılın ilk yarısında Akdeniz üzerinden Avrupa’ya Doğu’nun ticari malları gelmeye devam ediyordu. Kızıldeniz ve Basra Körfezi yoluyla gelen bu kıymetli mallar Halep, Şam, Trablus ve Kahire pazarlarında Avrupalı tüccarlar tarafından satın alınmaktaydı.

OSMANLI EKONOMİSİNDE BAĞIMLILIK VE BÜYÜME DÖNEMİ
XIX. yüzyılda demografik gelişmeler Osmanlı ekonomik ve toplumsal yapısında da değişime neden olmuştur. Klasik Dönemde durağan seyreden nüfus, XIX. yüzyılda iyileşen yaşam koşulları ve göçler ile artış göstermiştir. Nüfus artışı ve ekonomik yapıdaki değişim kentleşmeyi de hızlandırmıştır. Önemli liman kentleri, demir yollarının geçtiği kentler ve diğer yerleşim alanlarında nüfus artışı yaşanmıştır.

Tüketim
Ekonomik koşullardaki değişim özellikle dış borçlanma, tüketim alışkanlıkları ve giyim kuşamdaki değişimi de hızlandırdı. Artık ithal edilen yabancı kaynaklı ürünler zenginler arasında olduğu kadar halk arasında da yer almaya, bu yeni yaşam tarzı ve tüketim eğilimleri giderek kendini hemen her alanda göstermeye başlamıştır. Artık yeni tüketim mekânları, farklı eğlence biçimleri yeni hitap tarzları, giyim ve modada Avrupai bir stil vb. formlar özellikle başkentte Osmanlı tebaası arasında yayılma göstermiştir. Bu dönemde basın ve reklamın da Osmanlı gündelik hayatında yer alması ile birlikte bütün bu saydığımız yeni formlar halk arasında daha kolay yayılır olmuştur. Anadolu’ya uzak olan bu kültür artık Anadolu’da sınırlı bir kesimle de olsa yayılmaya, en azından tanınmaya başlamıştır. Bu dönüşüm sürecinde Batılı tüketim adına yaşanan en önemli gelişmelerden birisi de kuşkusuz geleneksel tüketim mekânlarına (bedesten, arasta, pazaryeri gibi) karşılık Batılı ve çok çeşitli ürünleri içinde barındıran alışveriş merkezlerinin ortaya çıkmasıdır.Bu durum tüketim sürecine yeni bir boyut ve şekil kazandırmıştır. Artık geleneksel mekânların dışında yeni mekânlarda, yeni alışkanlıklarla yeni insan tipleri görülmeye başlamıştır. Gerek bürokratlar gerek tacir ve bankerlerden oluşan bu sınıf, Batı tarzı yaşam biçiminin Osmanlı Devleti’ndeki temsilcileri olmuşlardır.

Ticaret
Osmanlı ülkesinin canlı bir ticari merkez olmasında önemli rol oynayan kapitülasyonların erken dönemlerde iç üretim üzerinde olumsuz etkileri görülmemişti. Kapitülasyonlara rağmen iç imalat ve üretim yabancı mallara karşı uzun süre başarıyla rekabet etmiş; ithalat, sadece yünlü kumaş, madenler ve kâğıt gibi bir kaç kalemi olumsuz etkilemişti. Yıkıcı rekabetin etkisi ancak Sanayi İnkılabı ortaya çıktıktan sonra XIX. yüzyılın ortalarına doğru görülmeye başlamıştır. Sanayi İnkılabıyla Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin önemli bir pazarı ve sanayileri için de gerekli ham madde kaynağı olan bir ülke hâline geldi. Devlet hem serbest dış ticaret antlaşmaları hem de yabancı sermaye yatırımları ve dış borçlanma ile Avrupa devletlerinin denetim ve nüfuzu altına girdi. Bu bağlamda 1838’de İngiltere ile yapılan Balta Limanı Ticaret Antlaşması Osmanlı ekonomisinde önemli değişimlere neden oldu.Balta Limanı Ticaret Antlaşması’nın benzerleri kısa bir süre sonra diğer Avrupa devletleriyle de imzalandı. Bu anlaşmalar, Osmanlı pazarlarının ve ham maddelerinin Avrupalı tüccar ve sanayicinin çıkarları doğrultusunda dış ticarete açılması için hukuki çerçeveyi hazırlamış oluyordu.

Sanayi
XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı toplumunda artan ekonomik talepler, yaşanan göç vb. sosyal hareketlilikler, şehirlerdeki esnaf teşkilatlarında değişime neden olmuş, teşkilat dışından insanlar da artık bu sınıfta yer almaya başlamıştır. Osmanlı sanayini etkileyen diğer olumsuz gelişme Sanayi İnkılabıdır. Avrupa’daki bu gelişme sonrası rekabet gücünü kaybeden Osmanlı, tarımsal ve sanayi işletmeleri bilgi, teknoloji ve sermaye birikiminin yetersizliği gibi olumsuz koşullar nedeniyle çöküş sürecine girmiştir.Osmanlı Devleti bu süreçte tedbir olarak ithal ürünlerden aldığı vergiyi artırdı. Kapitülasyonlar nedeniyle bu tedbirden istenilen sonuç alınamamıştır. Ayrıca askerî giderlerden tasarruf sağlanması ve paranın yurt dışına çıkışının önlenmesi için büyük sanayi kuruluşları oluşturulmuştur. Sanayinin yetişmiş eleman ihtiyacını karşılamak için eğitime büyük önem verilmiştir. Avrupa’dan getirilen ustalarla, modern teknolojinin yerli usta ve işçilere öğretilmesine çalışılmış, yurt dışına öğrenci gönderilmeye başlanmıştır. Bu dönemde açılan fabrikalara Feshane, İzmit Çuha Fabrikası, Veliefendi Basma Fabrikası, Hereke Kumaş Fabrikası,Bursa Ipek Fabrikası,Zeytinburnu Demir Fabrikası örnek gösterilebilir.Bu fabrikalar kârlı birer kuruluş olarak devlete büyük gelir sağlamışlardır. Bu faaliyetlerden başka 1860’lı yılların ortasında kurulan Islah-ı Sanayi Komisyonu 1873’e kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu komisyonun teşviki ve birçok kişinin sermaye katmasıyla sanayi şirketleri kurulmuştur. Özel sermayeye destek verilerek 1897’de çıkarılan teşvik kanunu ile yeni kurulacak fabrikalar on yıl vergiden muaf tutulmuştur.Meşrutiyetle birlikte sanayide yerli atılımlar gerçekleştirilmek istendiyse de oldukça sınırlı sanayi girişimleri yabancı ve azınlık sermayecilerinin yatırımlarından ibaretti. Yatırımların çoğu Avrupa sanayileri için gerekli tarım ve madenî ürünleri limanlara taşıyabilmek için altyapı tesislerine harcandı. En büyük yatırım demir yolu inşasına yapıldı. Sanayi kesiminde ağırlık, gıda ve dokuma sanayilerindeydi.

Tarım
Tanzimat Döneminde uygulanan politikalar ve dışarıdan kaynaklanan ham madde talebi zirai alanda değişimlere neden olmuştur. Tarım üretimini arttırma, ürünleri çeşitlendirme, dış talebi olan tarımsal ürünlerin üretiminin teşviki, yerli sanayi ham maddelerinin içerde üretilmesi ve ziraatın modernleştirilmesi için Ziraat ve Sanayi Meclisi, Ziraat Meclisi ve Nafia Hazinesi kuruldu. 1858 yılında çıkarılan Arazi Kanunnamesi ile toprak mülkiyeti pekiştirildi. Zirai eğitim ve uygulama kurumları oluşturuldu. Gerekli yolların yapılması ve nehirlerin ulaşıma elverişli hâle getirilmesi, kredi dağıtılması, vergi yükünün hafifletilerek bölgeler ve kişiler arasında dağılımın adilleştirilmesi için programlar hazırlandı. Üretim alanlarını genişletmeye, ticari değeri yüksek ürün üretmeye, modernleşmeye yönelik teşvik tedbirleri uygulanarak geçici vergi ve gümrük muafiyetleri sağlandı. Zirai ürün ticareti serbestleştirildi. Devlet tekelleri büyük ölçüde tasfiye edildi.Uygulanan bu ziraat politikaları ve Osmanlı ülkesinde ham maddenin ucuz olması nedeniyle Avrupa’dan zirai ürünlere gelen talep tarımda genişlemeye yol açmıştır. Böylece Osmanlı ülkesinde yapılan tarım özellikle Avrupa devletlerinin ham madde ihtiyacını karşılayacak üretime dönüştü.

Yabancı Yatırımlar
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yabancı sermaye yatırımları artış gösterdi. Bu yatırımlar daha çok demir yolları, limanlar, fenerler, su, havagazı, tramvay, elektrik hizmetleri ve madencilik gibi Batılı yatırımcıların Osmanlı Devleti’ndeki ekonomik çıkarları ile ilgili altyapı alanlarında yoğunlaştı. Ulaşımda İstanbul başta olmak üzere İzmir, Selanik, Şam ve Beyrut gibi büyük şehirlerde toplu taşıma işletmeleri faaliyete geçti. Taşıma konusunda aynı zamanda ilk Osmanlı anonim şirketleri kurulmaya başlandı. 1843’te “Fevaid-i Osmaniye Vapur Kumpanyası” kuruldu. Bundan sonra Ali, Fuad ve Cevdet paşaların Şirket-i Hayriye’yi kurmalarıyla (1851-1945) İstanbul ve civarında vapur işletmeciliğine geçildi. Bu gibi şirketleşmeler Midhat Paşa’nın Tuna ve Bağdat valilikleri sırasında da gerçekleştirilerek buralarda nehir taşımacılığı ve tramvay işletmeciliği yapıldı. Kara ulaşımında 1872’de İstanbul Tramvay Şirketi kurularak İstanbul’da atlı tramvaylar ile raylı ulaşım için ilk adımlar atılmaya başlandı.
Osmanlı ülkesinde demir yolları 1860’lardan itibaren hizmete girdi. Osmanlı Devleti’ndeki gerekli teknoloji ve finansman yetersizliği nedeniyle demir yolları Avrupalı devletler tarafından inşa edildi. Osmanlı yöneticilerinin demir yolu yatırımlarından bekledikleri yararların başında, iç güvenliğin sağlanması, idarenin gücünün ülkenin uzak bölgelerine kadar ulaştırılması, savaş dönemlerinde cepheye asker ve malzeme sevk edilebilmesi ve tarımsal vergilerin az kayıpla tahsil edilebilmesi geliyordu.
Yine demir yolları ulaştırma maliyetlerini düşürerek yeni alanların zirai üretime ve piyasaya açılmasını sağlayabilirdi. Devlet bu nedenlerle yabancı sermaye şirketlerine demir yolu imtiyazı veriyor ve onlara her yıl kilometre garantisi adı altında ek ödeme yapmayı taahhüt ediyordu. Bu garanti, demir yolu geçen vilayetlerin aşar gelirleri idi. Avrupalı devletler alacakları adına bu yerlerin aşar gelirlerini topluyordu. Bu nedenle demir yolları devlete umduğu mali yararları sağlayamamıştır. Bu işe giren İngiliz, Fransız, Avusturyalı, Belçikalı ve Alman sermayedarlar açısından ise demir yolları kârlı bir yatırımdı. Demir yollarının inşası ve işletmesi esnasında yabancı şirketlere devletçe kilometre garantisi veriliyor aksi takdirde zarar devletçe karşılanıyordu. Güzergâhların geçeceği araziler üzerindeki taş ve maden ocakları bedelsiz olarak şirketlere devrediliyordu. Bu nedenle yabancılar yer altı ve yer üstü kaynaklarından daha fazla faydalanmak için gerekmediği hâlde “S” şeklinde güzergâhlar çizmişlerdi. Ayrıca bu yatırım yabancılara nüfuz bölgesi edinme imkânı sağlıyordu. Öyle ki ülkenin herhangi bir bölgesinde demir yollarının yapımıyla birlikte bir yandan özellikle dış pazarlara yönelik zirai üretim genişliyor, öte yandan yabancı mamullerin pazarlanma imkânları artıyordu. 1850’lerin sonu ve 1860’ların başında İzmir- Aydın, daha sonra İzmir-Turgutlu-Manisa hattının yapımı Batı Anadolu’da İngiliz sermayesini güçlendirmiş, bölgenin İngiltere ile ticareti hızla büyümüş, İngiliz sermayedarlar madencilik, sanayi ve belediye hizmetleri alanlarında yatırımlara yönelmişlerdir.

Para ve Bankacılık
XIX. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin Avrupa ülkeleri ile kurduğu siyasi, ticari vb. ilişkiler iç ve dış ticaret hacmini aynı yüzyılın başlarına göre neredeyse on katına çıkarttı. Ticaretin artmasıyla piyasada paraya olan ihtiyaç arttı.Reformları finanse etmek,bütçe açıklarını kapatmak ve piyasanın para ihtiyacını karşılamak için 1840’ta bastırılan ve “kaimei muteberei nakdiye” adını taşıyan ilk kâğıt para 1863’e kadar kullanıldı.Bankacılık alanında devletin iç borç aldığı Galata bankerlerine banka kurma iznini verilmesiyle 1847’de Bankı Dersaadet adıyla ilk banka kurulmuşsa da bu banka Kırım Savaşı’ndan önce iflas etti. Diğer yandan köylüye kredi vermeyi amaçlayan memleket sandıkları geliştirilerek 1888’de Ziraat Bankası kuruldu.

İç ve Dış Borçlar
XVIII. yüzyıldan itibaren açık veren Osmanlı maliyesi bu açıklarını padişaha ait iç hazineden aldığı borçlarla ve olağanüstü vergilerle kapatmaya çalışıyordu. XIX. Yüzyıldan itibaren artan para ihtiyacından dolayı kâğıt para bastırarak ve Galata bankerlerinden para alarak iç borçlanmaya gitti.
24 Ağustos 1854’te iç kaynakların tükenme noktasına varması nedeniyle Kırım Savaşı’nın finansmanı için ilk dış borç alındı. Bu tarihten sonra tahvil karşılığı borçlanmalar sürekli yükselme gösterdi. 1863’te kurulan Osmanlı Bankası aracılığıyla devlete yeni borçlanma kaynakları sağlandı. 1874 yılı sonlarında devlet, borçları ödenemeyecek bir düzeye ulaştı. 1875’te borç ödemeleri durduruldu ve “moratoryum” ilan edildi. 1881’de Muharrem Kararnamesi adı verilen bir yönetmelikle, Osmanlı Devleti’nin borçlarının tahsili için Duyun-u Umumiye İdaresi kuruldu ve Osmanlı Devleti’nin mali kaynaklarına yabancılar tarafından el konuldu. Devlet tekellerinden ve gümrük vergilerinden gelen paralar bu teşkilatın yönetimine verildiyse de bir süre sonra bu kaynaklar da dış borçları ödemekte yetersiz kaldı. XIX. yüzyıl Osmanlı ekonomisi adeta bir yarı sömürge ekonomisi durumuna geldi. Birçok işletme, yabancılar tarafından işletilmeye başlandı. Bütün olumsuzluklara rağmen XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de bir kalkınma hamlesi görülmüştür. Tanzimat’tan itibaren Osmanlı devlet adamları ekonominin ve özellikle sanayinin çöküşünü önlemek, onu geliştirmek amacı ile bir gayret içine girmişlerdir. Ancak iç çekişmeler, isyanlar ve savaşlar gibi sebeplerin yanında kapitülasyonlar ve bazı ticaret anlaşmalarının olumsuz etkisiyle, bu kalkınma çabalarından istenilen sonuç alınamamıştır. Bu süreçte devletin önemli gelir kaynaklarının Avrupalı alacaklıların denetimine verilmesi, olumsuz mali şartlar, büyük miktarlarda dış borçlanma girişimleri iktisadi bağımlılığın yanında dış politikada dışa bağımlılığı da beraberinde getirmiştir.

www.tarihtendersler.com