Şeref Han Kürt de Kürtçü de Değildi
Şerefname,birincisi tek başına okunabilir.Böyle okunduğu zaman,Şeref Han′ın kendi yazdıklarını bir hikaye gibi okuruz,nitekim kitap bilimsel tarih incelemesi değil,bir tarih alıntısıdır.Fakat,Şerefname bu şekilde değil genellikle uzmanlarının açıklayıcı notları ile basılır.Nitekim elimizdeki çeviri 5 ciltte toplam 2 bin sayfayı aşmaktadır ama bunun yalnız 500 sayfası Şeref Han′ın kendi metni kalanı çevirmenin uzun ve sıkıcı açıklamalarıdır.Şerefname′nin ideolojik bir Kürt tarihine dönüştürülmesi zaten bu açıklamalar sayesindedir.Çünkü Şeref Han,Osmanlıya bağlı ve bağımlı,hiçbir özerklik ya da bağımsızlık talebi olmayan,kesinlikle Kürtçü olmayan hatta etnik anlamda Kürt de olmayan birisidir. Ama Şerefname açıklamaları ile Şerefname′nin orjinali adeta gözden kaybedilmiş ve Kürtçülüğün hizmetinde yeni bir Şerefname yaratılmıştır.En önemli gerçek, Şerefname′nin dili üzerinedir. Şerefname Farsça yazılmıştır ve Osmanlı Padişahına sunulmuştur. Ama Türkçe çevirileri doğrudan Farsça aslından değil Farsçadan Rusça,İngilizce ya da Fransızcaya tercümesinden tekrar tercümedir.Dolayısıyla amaçları bir Kürt devleti kurmak olan Batılıların doğrudan çeviri müdahalelerini bilmiyoruz.Ama çok basit birkaç gerçek bile yapılan tahrifatı göstermeye yeter.Şerefname çevirisi “Kürt ulusunun tarihi” alt başlığı ile yayınlanmaktadır.Ama bildiğimiz kadarıyla Şeref Han′ın böyle bir ifadesi yoktur.Şeref Han ,”Kürtlerin Tarihi” ni yazmıştır ” Kürt ulusu”nun değil !O dönemde ulus kelimesi olmadığı gibi kime ulus dendiği kime denmediği de önemli bir ayrıntıdır.Ulus karşılığı kullanılan kelime “taife”dir.”Taife” kimi zaman kabile veya kavim anlamında kullanılır kimi zamansa bölük,grup anlamında.Eğer şecere verilmişse bir kavimden bahsedildiği ama verilmemişse bir grubu anlattığını varsayabiliriz.”Ekrad taifesi”ni eğer “Kürt ulusu” olarak çevirecek olursak,yine aynı kitapta geçen “taifetün minel cin” ifadesini de “Cin ulusu” olarak çevirmemiz gerekir.Kısacası şerefname′de bir ulus kavramı ya da kavim kavramı değil bir grup,bölük kavramı vardır.
” Ekrad ” Kürt Demek mi ?
Kürtler ile Kürt ulusu arasında ise çok çok büyük bir fark bulunmaktadır.Şöyle ki,tarihsel bir tanımlama olarak Arapça ” ekrad ” sözcüğü Türkçeye ” Kürtler”olarak çevrilmektedir.”Ekrad” çoğul bir kelimedir,tekil hali ise ” Kurd”dur.Ama tarihsel metinlerde hep “ekrad”dan bahsedilmekte tekil olarak ” Kurd” kullanılmamaktadır.
Bu durumu nasıl açıklamalı ?
Tüm Kürdologların da üzerinde durduğu bu meselede”ekrad”ın yani “Kürdler” kelimesinin,”Kürt”ten türemediğini,yani Kürt kelimesinin çoğulu olmadığını anlamamız gerekir.Tarihte ” Kurd”, “Kurd ülkesi”,”Kurd devleti” gibi ibareler yoktur.Bu durum ise “ekrad” bir etnik sözcük değil sosyolojik bir sözcük olduğunu gösterir.” Ekrad” geniş bir bölgede yaşayan konar-göçer kabilelere,aşiretlere verilen,onların etnik kökenini belirtmeyen,sadece ve sadece sosyolojik konumlarını ifade eden bir kelimedir.Bunu böyle olduğununun önemli bazı kanıtları da bulunmaktadır.Osmanlı dönemi mufassal defterlerine baktığımızda ” Ekrad” kelimesinin konar-göçer anlamında kullanıldığı hemen ortaya çıkar.Örneğin Diyarbakır iline ait,” Defter-i Mufassal-ı Diyarbakır Nam-ı Diğer Amid” adlı defterde ” ekrad-ı aşayir” terimi geçer.Buradaki ” ekrad ” sözcüğüne etnik bir anlam yüklersek,ortaya ” Aşiretlerin Kürtleri ” gibi bir anlam çıkar ki,son derece anlamsız bir tanımlama olur,bunun gerçeği ” konar-göçer aşiretler” dir.Yine,” Defter-i Mufassal-ı Canik-i Bayram”da çok daha çarpıcı bir şekilde “ekrad-ı Türkman” ifadesi geçer.Burada da ” ekrad”a mı yoksa ” Türkman” a mı etnik bir anlam yükleyeceğiz ?İşte bu nokta tüm Kürtçü tezlerin işin içinden çıkamayacağı noktadır.Eğer bunu Türkmen Kürtleri ya da Kürt Türkmenleri olarak açıklamaya çalışırsak Kürtçüler için yine de kabul edilemez olacaktır.Çünkü hiçbir etnik grup,hele hele ulus,başka bir ulus ya da etnik grupla birlikte bu şekilde adlandırılamaz.
Mesela İngiliz Türkmenleri ya da Türkmen İngilizleri olamaz !
Aynı şey elbette Kürtler için de geçerlidir !
Burada yine sosyolojik bir açıklama yapmamız gerekir.Doğru çeviri ” konar-göçer Türkmenler” olmalıdır.
Yine Osmanlı kayıtlarında geçen ” Ekrad taifesi ” de aynı şekilde “Kürt ulusu ” olarak değil “Konar-göçer kabileler” olarak çevrlmelidir.Ama işte Şerefname çevirilerinde ” Ekrad taifesi ” hep ” Kürt ulusu ” olarak çevrilmiştir.Kaynak : Gökçe Fırat ÇULHAOĞLU Türk Yurdu Anadolu sayfa 107-110 İleri Yayınları No :21
KÜRTLERİN KÖKENİ
Kürtlerin kökenine dair birçok sav ortaya atılmıştır. Bazısı bilimsel bazısı ise bilimsel olmayan dayanakları kaynak gösteren bu savlar oldukça çeşitlidir ve Kürtlerin kökeni Asurlulardan Gürcülere kadar birçok farklı topluluk ve medeniyete atfedilmiştir.Genel kabul gören köken İranî olsa da Kürt topluluklarının homojen bir yapıdan uzak olduğu ve linguistik bütünlüklerinin ötesinde, etnik anlamda çok çeşitli olduğu, tanınmış Kürdolog Vladimir Minorsky dahil birçok bilim adamı tarafından kabul edilmektedir. Bununla birlikte tarihte kökenlerinin Arabî olduğunu savunan Kürt toplulukları da olmuştur.Müslüman bazı tarihçiler Kürtlerin kökenini Perslere dayandırırlar; bundaki en büyük dayanaklardan biri Şahname′de de geçen Demirci Kawa Efsanesidir.Birçok Kürt, kökenlerini Medlere atfetmiştir;nitekim Medler ile Kürtler arasında ne coğrafî ne de dilbilimsel bir ayrımdan söz edebilmeyi olanaklı kılacak kanıt ve temel bulunmamakta, aksine olası bir ilişkiye dair dilbilimsel ve coğrafî kanıtlar bulunmaktadır; örneğin her ne kadar Med dili örneği sayısı az olsa da eldeki bulgularla yapılan araştırmalar Med dilinin antik Pers dili ile olan ilişkisinin çağdaş Kürtçenin çağdaş Pers dili ile olan ilişkisiyle aynı olduğunu ortaya koymuştur.Bununla birlikte Medler hakkında pek az şey bilinmektedir ve akademik anlamda Medler-Kürtler bağlantısının genel kabul gördüğü söylenemez.Kürtler, Medlerin dışında kendilerini Urartular ve Neo-Babilliler ile de ilişkilendirmişlerdir..
Kürt sözcüğü tarih boyunca Persler ve Araplar tarafından sıklıkla herhangi bir etnik vurgu veya anlam içermeksizin göçebe anlamında kullanılmıştır ve bunun bir sonucu olarak tarihte Kürt olarak anılmış bazı toplulukların etnik anlamda Kürt olup olmadıkları tartışılmıştır; örneğin İslam tarihçilerinin eserlerinde söz edilen ve Fars Kürtleri olarak anılan, güney ve güneybatı İran′da yaşamış olan bazı toplulukların Kürt olmadığı, bu bölgelerde yaşayan göçebe topluluklar olduğu çeşitli dilbilimsel kanıtlar eşliğinde ortaya atılmıştır.
Tüm bunlar sebebiyle Kürtlerin kökeni ve ilk dönemlerine dair kesin bilgilerden ve net bir tarihten söz etmek mümkün değildir; genel kanı Kürtlerin Doğu′dan Batı′ya Zagros dağlarına doğru göçen kuzeybatı İranlı toplulukların bölgedeki İranî olmayan yerli halklarla birleşmesi ile oluştuğudur.Böylece, Arapların ve İslam ordularının bölgenin fethine başladığı dönemde, Kürt olarak anılan topluluk oldukça heterojendi; yerli halklardan, Sami halklara ve bazı Ermeni topluluklarına kadar, İranîleştirilmiş birçok farklı halktan oluşuyordu.
Bölgeye yapılan İslam akınları ve bölgenin İslam devletine dahil olmasından sonraki dönemde, Kürtlerin rolü ve yeri hakkında ayrıntılı bilgiler mevcuttur. İslam akınları sonrası Kürtler özellikle siyasi ve sosyal arenada yükselişe geçmişler ve dönemin siyasi olaylarında önemli bir rol oynamışlardır. Bu dönemde ilk kez Kürtler üzerine araştırma yapan ve ayrıntılı bilgiler veren iki önemli yazar Mesûdî ve İstahrî′dir. İki yazar da farklı Kürt aşiretlerinin bulundukları şehirlere göre çetelesini çıkarmışlardır ki bu Kürt tarihi için önemli bir bilgidir. İstahrî, Fars′taki Kürt bölgelerinden ve aşiretlerinden ayrıntılı bir biçimde bahsetmiştir; yaklaşık olarak 1107 tarihli olan Farsname′de ise Fars′taki en büyük Kürt topluluğunun Fars ordusuyla birlikte İslam akınlarına karşı savaştığını, büyük oranda yok olduğunu, kalanların ise Müslüman olduğunu belirtir.Sayılarının 500.000′i bulduğuna inanılan bu büyük topluluğun tamamının yok olduğu çağdaş kaynaklarca olası bulunmasa da bu büyük topluluğun (ve kalanların) diğer gruplarla birleşmesi vb. sosyal değişikliklerin olası olduğu düşünülmektedir. Nitekim Fars′taki bu toplulukların Kürt olup olmadıkları da tartışmalıdır.
alıntı
KÜRTLERİN ÖN ATASI
Sümerce′nin Türkçe olduğunu ilk kez yirminci yüzyılın başlarında Prof. Fritz Hommel açıklamıştı.Atatürk bu çok önemli açıklamayı benimsemiş, 1936′da Dil ve TarihCoğrafya Fakültesini kurmuş ve bu Fakülteye batının ünlü Sümeroloğu Prof. B. Landsberger′i öğretim üyesi olarak yerleştirmişti. Prof. B. Landsberger, 1937′de toplanan Tarih Kurultayı′na, Sümerce üzerinde olmasa da, I.Ö. 2500 yıllarında Mezopotamya′da hükümran olmuş Gut kavmini anlatırken “Türklerle en yakın bir surette münasebettar olan, hatta belki de ayniyet gösteren kabile budur” demiştir.
Prof. B. Landsberger, Atatürk′ün hazır bulunduğu bu Kurultayda, Gut (Kut) kavmi kral adlarının çok olduğunu, ancak yazıtların bir kısmının kırıldığını, okunan beş kral adının açıklanabildiğini söylüyordu. Bu önemli adlar sırasıyla: Yarlagan, Tirigan, ŞarlakÇarlak, Elulumuş , Inimbakaş. Prof. B. Landsberger, aynı bildiride; “Gutiler 2500′den sonra, Akad′ın Sami krallarını düşürdüler ve 125 yıl Mezopotamya′ya hükmettiler” diyordu. Guti′lerin Sinear′a indikleri zaman başlarında bir kral bulunmadığı söylenilmektedir. Fakat, herhalde bunların öteden beri birtakım Boybeyleri idaresinde bulundukları muhakkaktır.
Sami Akad′lar, Sinear′a hakim oldukları zaman en korkulu rakip olarak karşılarında Guti′leri bulmuşlardı. Akad′ların NaramSin ve Şargalişari gibi büyük ve kudretli hükümdarları Sinear′ı istila tehdidinden kurtarmak için Guti′lerle pek çok uğraşmış, hatta bir aralık bunların Şarlak adlı başbuğlarını esir etmiş, fakat onları kat′i surette inkiyat altına alamamışlardı. Bu maceralardan sonra bir asra yakın bir müddet sükunetlerini muhafaza eden Guti′lerin Milattan önceki 2500 tarihlerine doğru Sinear′ı istila etmiş olduklarını görüyoruz. Bu istila neticesinde Sumer′lerin ikinci Uruk Krallığı ile Lagaş Prensliğide sarsılmış Guti′ler hakimiyeti başlamıştır.
Guti′ler, Akad – Sumer′ler illerini istila ettikten sonra tabiatile bu Boybeylerinden sivrilen kudretli biri kral unvanını almış, yeni bir hanedan kurmuştur. Gutiler M.Ö. 2116 tarihinde Uruk kralı Utuhegal tarafından mağlup edileceklerdir. M.Ö. 2000′lerin sonuna doğru Asur kaynaklarında adlarından sık sık bahsedilen Gutilerın, Aşağı zab suyunun güneyindeki dağlarla Süleymaniye şehrini kuzeyindeki bölgede yaşadıkları anlaşılmaktadır. Mezopotamya′ya veya Anadolu′ya gidecekleri yer de Zagros dağlarının yüksek mıntıkalarında kalmış bu havalide dağlılara mahsus bir hayat sürmüşlerdir.
Türk kelimesi hakkında bilinenler, ilk defa Orhun kitabelerinde görüldüğü, “kuvvetli” gibi bir mânâ taşıdığı; Türkçe′nin kurallarına ve Rusça, Macarca, Kırım Tatarcası gibi dillerdeki Türük, Törük telâffuzuna bakılarak da aslının tek heceli olmamasını gerektiğinden ibarettir.
Hamit Zübeyir Koşay′ın 1955 yılında yayımlanan bir makalesinde, kelimeler arasındaki şekil benzerliğine dayanarak Turukkular′ın Türkler olabileceğini iddia ettiği görülmektedir. Bu iddia Sargon Erdem tarafından dellilendirilmiş ve dünya tarihine en savaşçı millet hüviyetiyle geçen ve Farsça′da savaş tanrısı Mars′a Türki felek “Göğün Türk′ü” adının verilmesine nedeniolan Türk milletinin, karakterine uygun “akıncı” anlamına gelen bir isim taşıdığı, bu ismin 4000 yıl önce Akkadlar tarafından Turukkum isminin verildiği ve varlıkları tesbit edilebilen ilk Türk boyunun da Türkmenler olduğu ilmi esaslar ölçüsünde ortaya konulmuştur.
Orta Asyalılarla Sami′lerin bir daha karşılaşmalarından Fırat boylarında hasıl olan heyecan, Biblos′tan Mısır sahillerine, Amuru′dan Kenan illerine (Palestin taraflarına) kadar yayıldı. Mısır′daki altıncı sülale Firavun′lardan Birinci Pepi, 2500 tarihlerinde bu heyecanın doğurduğu dalgalar neticesi olarak şarktan Mısırı tehdit eden bir istilaya karşı koymak için askerini silah altına almağa mecbur oldu.
Guti′ler istilası, o zamana kadar Sinear Hegemonyalığı için Sumer′lerle Akad′lar arasında devam eden mücadeleye benzememişti. Bu istila şimali (Akad) ları da, Kuzey Sumer′leri de sindirmiş, bütün ağırlığı ile memleketi kasıp kavurmuştu.
KASİTLER BİR TÜRK KAVMİDİR
III. Babil hükümdarlığığnı kurarak 550 yıl tarih sahnesinde kalan Kasit′ler, Türklerde ki akıncılık ve Cihangirlik şuuru nedeniyle dönemin medeniyet merkezi olan Babil′i almak istediler. Babil hükümdarı Hammurabi′nin ölümünden hemen sonra, Babil′e hücum etmişler, ancak başarılı olamamışlardı. Hammurabi′nin oğlu bu durumu bıraktığı tablette öğünerek açıklar ve Kasit′leri nasıl püskürttüğünü anlatır.
Prof. Dr. Vecihe Hatipoğlu′nun da bahsettiği gibi, Kasit′ler, bu başarısızlıklarından sonra, dağılmamışlar, toplanma yerleri olan Kuzey Suriye′de, Fırat kıyılarındaki Ana (Hana) kentine dönmüşler, fırsat kollamağa başlamışlardır. Bu olaydan yüz elli yıl sonra amaçlarına ulaşmışlar, Babil′e hakim olmuşlar, III. Babil hanedanını kurmuşlardır. Kas hanedanı pek çok kralı tahta geçirerek beş yüz altmış yıl sürmüştür.
Türk Kültür ve Medeniyetinin bütün özellikleri Katisler’de mevcuttur. Kasit′ler, Birinci Babil devleti zamanında ve zayıflamaya yüz tutan Sumer heykeltraşlığına, kabartmacılığına büyük bir inkişaf vermişlerdir.
Hem medeni hemde diplomatik kurallara göre hüküm süren ciddi bir yapılanmaları mevcuttur. Eski Babil Imparatorluğuna varis olan Kasit′ler bu imparatorluğun Sinear haricindeki ülkelerine ve bu arada Suriye′ye hakim olmak hırsını beslememiş, buraları Mısır firavunlarına bırakmışlardır. Kadaşmankharbe′den itibaren firavunlarla Kasit kralları arasında dostane bir münasebet başlamıştı. Bu münasebeti bir kat daha kuvvetlendirmek için, Firavun Üçüncü Amenophis (1405 – 1370) evvela Kadaşmankharbe′nin hemşiresi ile evlenmiş, sonrada kızını almak istemiştir. Buna mukabil Kasit kralı da Firavunun kızı ile izdivaç arzusunu göstermiştir.
Tellül Amerna′da bulunan arşivler arasında Kasit kralları tarafından firavunlara gönderilmiş olan bir mektup bulunmuştur. Bu mektuplar, o asırlarda Mısırla Babil arasındaki münasebetin esas hatlarını çizmeğe müsaittir. Bunlardan Gurigalzu′nun Horemheli (1345 – 1320) de yazdığı mektup bu bakımdan pek ehemmiyetlidir. Bu mektuplar aynı zamanda bu asırlara Karduniaş ile Mısır arasında ticari münasebetin de ilerlemiş olduğunu, ticaret keranlarının sık sık Irak′tan Mısır′a gidip geldiklerini, Palestin′deki Kenani′lerin bazan bu kervanları yağma ettiklerini öğretmektedir
Yakın Şark hakkında çok önemli çalışmaları bulunan Ord Prof. Dr. Şemseddin Günaltay′ın da belirttiği gibi, Kasit′ler Suriye′yi firavunlara bırakmakla beraber Yukarı Mezopotamya′yı ve bu mıntıkadaki küçük Asur Krallığını kendi nüfuzları altında bulundurmak istiyorlardı. Mısır firavununun Asur prensi ile muharebe ettiğini haber alan Kasit kralı Burnaburiaşh firavuna yazdığı bir mektupta, kendisinin metbuluk hukukuna tecavüz edildiğinden şikayet etmekte, Asur prensinin kendi tabii olduğunu hatırlatarak onun tarafından vuku bulacak herhangi bir teklifin reddedilmesini istemektedir. Amerna arşivleri arasında bulunan ve Kasit kralı Burnaburiaşh tarafından firavun dördüncü Amenophis′e gönderilmiş olan bir mektupta şu satırlar okunuyor: “Babam Gurigalzu zamanında Kenan kralı kendisine gönderdiği bir elçi vasıtası ile Karmişhbat şehrine girelim ve beraber firavunun üzerine yürüyelim, teklifinde bulunmuştu. Fakat, babam kendisine o zaman şu cevabı göndermişti: Benimle anlaşmak fikrinden vazgeç! Mısır kralına ******lık etmek istiyorsan kendine başka bir müttefik bul! Ben, firavunun üzerine yürüyemem, onun memleketini garet edemem. O, benim müttefikimdir.”, Firavun dördüncü (Amenophis) (1370 – 1350) bir taraftan Kasit′lerle samimi müttefik görünürken diğer taraftan Kasit′ler metbu tanıyan, fakat onları yıkmak fırsatını arayan Asur prensleri ile gizli ittifak yapmakta hiçbir beis görmemektedir. Kasit krallarının bu mertçe hareketlerinde mensup oldukları ırkın yüksek seciyesi göze çarpmaktadır.
Son zamanlarda Kasit krallarından Karandaş (1450 – 1410 tarihleri arasına) ait keşfolunan bir tabletin dili ile yazılmış olması dikkate şayandır. Karandaş bu kitabesinde kendisini “Kudretli kral, Babil Hükümdarı, SumerAkad kralı, Kasit′ler Hakanı, Karduniyaş Hanı“ gibi unvanlarla tavsif etmektedir. Bu kitabe gösteriyor ki Sami Asuri′lerin bütün gayretlerine rağmen Sumer dili Sinear′daki hakimiyetini tamamile kaybetmemiş, bunca tegallüplere rağmen mukaddes dil olarak yaşamıştır. Kasit′ler, boğulamayan Sumer dilini tekrar canlandırdıktan başka Sami Asuri′lere ait izleri de ortadan kaldırmışlardır. Kasit′lerin muahhar devirlerine ait vesikalarda Asuri′lere mahsus Sami adların ortadan kalkmış olduğu görülüyor. Bu vesikalarda Sumer adları arasında ancak Kasit′lere, Elam′lara ve Eti′lere mahsus isimlere tesadüf olunur.
Bu durum gösteriyor ki, Mezopotamya′da savaşımı, hakimiyeti yitirenler, çekip gitmemektedir. Bunlar gibi sümer′ler de, Er hanedanı olarak gelen soydaşlarıyle yeniden güçlendikleri gibi, eski Guti′ler da Kastlerle burlikte yeniden güçlenmişlerdir.
Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu, Türkoloji Dergisi, Cilt: VIII′de Kasitlerin kullandığı kelimelerin anlamlarını ve Türkçe′yle menşee birliğini tek tek ortaya koymuştur. Zeki Velidi Togan Elam dilinde Türkçe ile ortak kelimelerin varlığı, Elam toplumunda at terbiyesi geleneğinin Türklerle aynılığı, Hurriler′in dilinde Türkçe gibi akrabalık arz eden hususiyetlerin varlığı Hurriler′de görülen at yetiştiriciliğinin Türkistan Huttal Türkleri ile Selçuklu dönemini yılkıcılığını andırdığı” gibi özellikler Önasya′daki tarihten önceki Türk izlerini teşkil etmektedir.
Kürtler′in ön atası Medler Gutiler, Kasitler, Hurriyer veya Urartular değildir. Bu kavimlerin tamamı Asyatik ve menşe itibarıyla Türk kavimleridir.
Peki bu kavimlerin Kürtlerin ön atası kabul etsek ne olur?
Bu durumda Kürtçülerde ön atalarının Türkler olduklarını kabul etmiş olurlar.
Ancak Kürtlere ön ata arayan bir takım tarih sahtekarları var. Bunlar Tarihe mal olmuş büyük milletlerden Kürtlere ön ata seçmekle meşguller. Seçtikleri kavmin Türk olduğu delilleriyle ortaya çıkınca yeni bir ön ata ramaya başlıyorlar. Bunun adı bilimadamlığı falan değildir. Bunlar bölücük için zemin oluşturmaya çalışan vatan hainleridir.
alıntı
KÜRT TARİHÇİLİĞİ BİR ÖN ATA ARAYIŞINDADIR
Milleti meydana getiren en önemli faktörlerden birisi de milli tarih şuurudur. Bu sebeple Kürt adı altında toplanmak istenen topluluklara milli bir kimlik kazandırmak için milli bir tarih “uydurmak” zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Kürtçüler, bölücüler ayrılıkçılar kendilerine ön ata bulma peşindeler.
Ancak, Kürt menşei konusunda olduğu gibi, Kürt tarihi de tamamen karanlıktır. 20. Yüzyıl başlarında bizzat Rusya tarafından Kürt tarihi ve Kürt menşei bulmakla görevlendirilerek araştırma yapan V. Minorsky, B. Nikitin vb., oryantalistlerin eski Mezopotamya halkları ile Kürtler arasında münasebet kurulması konusunda ileri sürdükleri teorilerin hiçbir ilmi temeli olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Tarih, Arkeoloji, antropoloji, coğrafya, etnografya, filoloji, gibi sosyal bilimlerle ilgili mevcut her türlü kaynak ve buluntular “Kürt tarihi” ile ilgili en küçük bir gelişme işaret etmemektedir. Ilmi gerçekler ortada iken birtakım yazarların “Kürt tarihi” adı altında bölgenin tarihini, bölgenin tarihe mal olmuş topluluklarını, bu topluluklara ait kültür, sanat ve medeniyet unsurlarını Kürt denilen topluluklara mal etmeye kalkışmaları hayret uyandıracak büyük bir cesaret diğer bir ifade ile şarlatanlıktır. Kürtçü teorisyenler bölgenin tarihçesi hakkında “Kürdistan tarihinde çok önemli dönüm noktaları vardır. Örneğin Guti – Asur, Med – Pers ilişkilerinin, Urartuların bu ilişkilerindeki konumlarının incelenmesi önemlidir.” Şeklinde bir iddia ortaya atmışlar sonra bu iddiaya dayanarak bu kavimleri kendi ön ataları ilan etmişlerdir. Mesela Ismail Beşikçi, Devletlerarası Sömürge, Kürdistan isimli kitabında sayfa 22 de M.Ö. 3100 yıllarından itibaren Gutiler Mezopotamya′nın yerli halklarından biridir.”der. Halbuki bu yanlıştır. Gutiler Asyatik bir kavimdir. Bu ifadeler, araştırmacının, Kürtlere bir köken arama zihniyetinin en tipik örneğini teşkil eder. Yazar, görüşlerine Sayfa 176 ′da devam etmektedir: ” … Gutilerin, Asurluların, Urartuların ve Medlerin birbirleriyle ilişkileri aydınlığa kavuşturulmalıdır. Gutilerin ve daha sonra Medlerin Kürtlerin ataları olduğunu biliyoruz. Ermenilerin ise Urartularla çok yakın bağları var.” Bu ifadelerin tarihi gerçeklerle uyum sağlayan hiçbir yönü yoktur. Amaç, Kürtlerin ayrı bir millet olduğu, Türkler tarafından sömürüldüğü izlenimini yaymaktır. Bu teze karşı, gerçekleri, ortaya koymak, Kürt kardeşlerimizin nasıl ve ne tür yalanlarla belirli odak noktalarına itildiklerini göstermek bir vicdan borcudur, yoksa ırkçılık değildir. Irkçılığı siyasi Kürtçüler yapıyor. Türkiye′ temel sorunu “Türkiye′de Türk′e karşı ırkçılık yapılmasıdır.!”
Türk milleti müsamahakardır. Türkiye′de yaşayan bütün insanların menşe birliğine inanır. Türk, Kürt, Çerkez ayrımı yapmaz. Bizde yapmayız. Ancak birileri bu ayrımı yaparsa o zaman bende “Dur bir dakika ben bu ülkenin sahibi aslisiyim. Ayrı bir kimlik iddia ediyorsan ettiğin yere git. Burada duramazsın”. Ben Türk′üm bu ülkeyi benim atalarım aldı. 1075 yılında bile Kutalmış oğlu Süleymen şah′ın Bizansla yaptığı anlaşma gereği bu ülkenin adı “Türkiye Sultanlığı”idi. Batı kaynaklarında 900 küsur yıldır Anadolu′nun adı “Türkiye Devleti” diye geçer. Çünkü bu ülkeyi kuranlar Selçuklu′yu Osmanlı′yı Türkiye Cumhuriyeti Devletini Kuranlar Türklerdir. Buna razı olmuyorsan çeker gidersin.” Deriz.
Biz Lozan′da Kürt sorunu yoktur dedik. Başbakan gitti “Kürt Sorunu var” dedi. Amaç Anayasanın değişmez maddelerini değiştirerek önce Türk Kürt devleti haline getirmek sonrada Türkiye′yi Kürtlerin tahakkümüne sokarak Türk katliamı yaptırmak. Bu arada Türkiyeye müdahele ederek bu katliama destek olmak. Batı′nını amacı budur. Senaryo′da tıkır tıkır işlemektedir. Ancak Türkiye′de sessiz bir Türk çoğunluğu vardır ve zamanı gelince kükreyecektir.
Türkler bugün olduğu gibi, eski çağlarda da ayrı ayrı boy adlarıyle tanınıyorlardı. Bu günkü, Kırgızlar, Özbekler, Yakutlar, Çuvaşlar gibi, eski çağlarda da Subarlar (Subariler, Subirler), Gud′lar ya da Guz′lar (Kas′lar) vardı. Kısaca I.Ö. 3500 yıllarında yaşamış olan Sümer′ler de, I.Ö. 2500 yıllarında hükümran olan Gud′lar (Kut′lar) ve yine I.Ö. 1700 yıllarında hakimiyet kuran Kas′lar (Guz′lar) arasındaki zaman farkı hükümranlık zamanlarının farkıdır. Yoksa Türkler bu yörelerde aralıksız, uzun yüzyıllar boyu yaşamışlardır. Yapılan tespitlere göre prehistorik dönemde Gutilerin Hazar denizinin güneydoğusu Ile Amuderya/Ceyhun (Oxus) nehri arasındaki bölgede yani Batı Türkistan′da oturdukları anlaşılmaktadır. M.Ö. 2500 ile 2400 yıllarında Gutiler batıya yönelerek Zağros dağlık bölgesinin kuzeydoğusuna yerleşmişlerdir. Buradaki yerleşim alanları, Yorgan tepe ile Kerkük′ün doğusunda Küçük Zab ile Diyale nehirleri arasında gösterilmektedir.
GUTİLER ASYATİK BİR TÜRK KAVMİDİR
Gutilerde Sumer′ler ve Eti′ler gibi menşeleri Orta Asya′ya dayanan büyük kütleye bilhassa Ön Sumer′lere mensup Boylardan oldukları görülmektedir. Orta Asya′dan Batı′ya akan büyük göç dalgalarına mensup olan Guti′ler, dağlık ve medeniyetin inkişafına az müsait bir mıntıkada kaldıkları için, Sumer′ler veya Eti′ler gibi anayurttan getirmiş oldukları Neolitik medeniyeti inkişaf ettirememişlerdi. Fakat, Orta Asya′lı ırkın bütün özelliklerine sahip bulunuyorlardı.
Guti dalgalarının yüksek mıntıkalardan münhat Sinear′a doğru akmaları, bu tarihlerde Mezopotamya′nın şimal şarkisinin Asya içerilerinden gelen yeni bir muhaceret seylabesile sarsıldığını, bu seylabenin önüne gelen boyları yaylalardan vadilere sürüklediğini göstermektedir. Maniaları yıkıp deviren bu seylabenin kuvvetli tesiri Sami Amuru′ları bile sarstı. Akad imparatorluğu devrinde, evvelce bulundukları şimali Suriye′den bazı Boylar Fırat boylarına doğru sarkmış, bu zamana kadar tarihte adı görülmeyen bir şehre, bilahare bütün Sinear′a adını verecek olan Babile kıymet ve ehemmiyet kazandırmışlardı.
Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlunun Türkoloji Dergisinde Türk Tarihinin Başlangıcı isimli makalesinde açıkladığı gibi Türkler, Mezopotamya′da, Sümer ülkesinde yüzyıllar boyunca yaşamışlar, fırsat buldukça Samı kavimlere hükmetmişler, önce, Sümer Gudea krallığını, sonra Guti (Kut) krallığını, daha sonra da Guz (Kasit) Krallığını kurmuşlardır. Son iki krallığın hakimiyeti toplam yedi yüzyıl sürmüştür. Böylece, Türkler, bu alanlarda, Mezopotamya′da, Suriye′de, Suriye Selçuklu devletini kuracak kadar yeni yeni akınlarla varlıklarını sürdürmüş samilere uyum göstererek yan yana yaşamışlardır.
Tabletlerden, kalabalık Guti kuvvetlerinin çeşitli kabilelerden teşekkül ettikleri ve bu kuvvetlerin bazan kadın komutanların emrinde de savaştıkları öğrenilmektedir. Özellikle UralAltay kavimlerinde raslanan bu durumun yanında, Gutiler′in kırallarını asillerin arasından seçimle iktidara getirdikleri de bilinmektedir ki bu durum tarihte yalnız Türklerde ve Moğollar′da görülen bir özelliktir ve büyük kaan seçiminin yapıldığı hanedan mensuplarınn meclisine de Kurultay denilmektedir. Gutiler′in bazı kral isimleri de bilinmekte ve bunlar eskiden beri UralAltay dilleriyle ilgili görülmektedir.Gutiler, hakimiyetlerine nihayet verilmesinden sonra geldikleri dağlık bölgeye çekilerek tekrarladıkları akınlarıyla hem Assur, hem Babil devletlerini devamlı yıpratmışlardır.
alıntı 17.12.2011