Bismillahirrahmanirrahim: “Ve mekerû ve mekarallâh, vallâhu hayrul mâkirîn.” (Al-i İmran Suresi, 3/54) Meali; “(Onlar) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.”
“Kafkas seddinin yapılmasını Türkiye’nin kati mahvı projesi sayıp, bu seddi İtilaf Devletleri’ne yaptırmamak için en son vasıtalara müracaat etmek ve bu uğurda her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz.” Mustafa Kemal Atatürk, 5 Şubat 1920
ŞARK MESELESİ, ŞARKİYATÇILIK
Şark meselesi tamamen Türk meselesidir. Önce Türklerin Avrupa’ya ilerlemesinin durdurulması daha sonra da bunun tekrarlanmaması için Türklerin imha edilmesi meselesidir. Bir de Şarkiyatçılık vardır. Şarkiyatçılık (Orientalism= Oryantalizm); batılıların sömürgecilik ile başlayan batıdışı ülkeleri, milletleri ve kültürleri inceleyen bilim dalıdır. Özellikle sömürge ülkelerinde Hollanda’lıların daha rahat ve başarılı soygunlar gerçekleştirdiğini gören İngiltere’nin de bu alanda çalışmaya yönelmesi bu emperyalist bilimi yaygınlaştırmıştır. Şarkiyatçı veya müsteşrık ise doğubilimci, oryantalist anlamlarına gelir. Bazen müsteşrık yerine müsteşrik (Allah’a ortak koşan) diyenlerin, (ı) sesini, (i) şeklinde kasten yanlış telaffuz ettiğini düşünürüm. Şark meselesi nasıl Türk meselesi ise, batı dışında bütün toplumları incelemesine rağmen, Oryantalizmin ağırlıklı konusu da İslam ve Müslümanlar olmuştur. Özellikle de Müslüman Türkleri… Haçlı Savaşları, Selçukluların gelmesi ile başladı. Amaç İslam veya Kudüs olsaydı biz gelmeden önce de İslam vardı ve Kudüs Müslümanların elindeydi. Haçlıların savaştıkları da her zaman Türkler; Selçıklular, Artuklular, Zengiler ve Eyyubiler olmuştu.
KAFKAS SEDDİ
Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı sonunda Batı, Balkanlarda amacına ulaşmıştı. Kendisi ile Türkiye arasında Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan gibi tampon devletler kurmuş veya daha önce kurduğu tampon devletlere, %78’i Müslüman Türk olan Balkanları paylaştırmıştı. Bu devletimsi siyasi yapıların varlık sebebi; biz, Avrupa’ya yürürsek engel olmaktı. Sözde bizimle savaşan Yunanlıların, Mudanya Ateşkes anlaşmasını İngilizlerle imzaladığımız sırada gemide korku içinde beklemelerinden anlaşıldığı kadarıyla aslında devlet filan olmadıkları gerçekten devlet adamı olan her kesin malumu idi. Selanik o zamanlar 711 bin Müslüman nüfusu ile İstanbul’dan sonra en büyük ve en zengin Osmanlı şehridir. Fotoğraflarından anladığımız kadarıyla tam bir camiler şehridir. Selanik doğumlu, Selanik aşığı bir lider tarafından kurulan ve yönetilen bir ülke neden Hatay, Erzurum veya Musul-Kerkük için uğraştığı kadar Selanik’i almak için uğraşmamıştır? Sorunun cevabı devlet adamlığı ve devlet aklıdır. Herkes anı düşünürken, yüzlerce sene sonrasını düşünmeye mecbur olmanın ağırlığıdır. Her gün ağlayarak Selanik Türküleri okuduğu plakları, parçalatan ama sırası gelmediği için Selanik’e doğru yöneltmeyen…
İşte Kafkas Seddi; Balkanlarda yapılanın bir benzerini Türkiyenin doğusunda yapmanın adıdır. Hazar Denizinden Basra Körfezine ve Akdenizden Karadenize olan bu bölgede gayrımüslim tampon devletler kurma projesidir. Bununla hedeflenen İslam dünyasının en az bin yıldır başı ve koruyucusu olan Türkiye ile Endonezya’ya, Filipin’lere kadar uzanan İslam Dünyasının gövdesini koparmak. Başı ile gövdesini birbirinden ayırmaktır. Böylece ayrı ayrı yok edebilmektir.
Buna karşı Enver Paşa’nın amcası Halil (Kut) Paşa’nın Kut-ul Amare’de (29 Nisan 1916) İngilizlere karşı büyük bir zafer kazanması, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri (Killigil) Paşa’nın Kafkas İslam Orduları Başkomutanı olarak Nahcivan üzerinden Bakü’ye girip, Bakü Sovyeti ve Ermeni Devrimci Kuvvetlerinin katliamlarından Azerbaycan Türklerini kurtarması, Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın ilerleyerek Tebriz’i (8 Haziran 1918) ele geçirip Azerbaycan’ı birleştirmeleri ve İran’da yapılan Türk katliamlarını durdurmaları ve Milli Mücadele sırasında Anadolu’da hiç çarpışmadığımız İngiliz ordusu ile Musul için Musul kuzeyinde çarpışmamız çok önemlidir, Dumlupınar’daki 30 Ağustos (1922) Zaferi’nin ertesi günü, 31 Ağustos’ta İngiliz ordusuna karşı Derbent Zaferi’ni kazandık. Bütün bu zaferleri genişletecek gücümüz olmadığı için arkasını getiremedik.
Balkanları tutamayacağımızı belli olmuştu. Bu yıl yüzüncü senesini andığımız Balkan Göçlerinde, katliamlara uğratılarak göçe zorlanan on milyondan fazla Müslüman Türk’ün yaklaşık yarısının şehit edilmesi, sağ kurtulanların perişan bir şekilde, kafileler halinde Anadolu ve İstanbul’a gelmesi gözümüzü açtı. Başımıza geleceği gördük. Ermeni, Rum çetelerinin yaptıkları terör eylemleri sonuca ulaşmadı. Ermenileri o günkü sınırlarımız içinde olan Suriye ve Lübnan’a gönderdik. Rumları ve Ortodoks Türkleri mübadele ile Yunanistan’da kalan Müslüman Türkler ile değiştirdik. Seddin önemli ayaklarını kırdık.
Sonra bu süreç, İran’da son Türk Hanedanı Kaçarların hanı Ahmet Şah’ın İngilizler tarafından devrilerek (1925), yüzyıllar sonra İran yönetiminin Farslara verilmesi, Kafkasya’nın Sovyetlerin eline geçmesi ile sonuçlandı.
Kıbrıs’ta Türkiye’nin Garantör Devlet olduğunu bu hakkı kullanarak Kıbrıs Barış Harekatı’nı yaptığını biliriz. Bunun gibi iki bölgede daha Türkiye Garantör Devlettir. Bunlar; 1- Musul Eyaleti, 2-Nahcivan’dır. Nahcivan’ın statüsünü değiştiremeyen Ruslar, Nahcivan ile Bakü arasındaki Türk bölgesi Zengezur’u Ermenistan’a bağladılar ve Türkleri sürdüler. Sovyetler dağılırken de alelacele Karabağ’ı işgal ettirerek, kara yolu ile Türkiye Azerbaycan yolunu iyice kapattılar.
Yüz yıl önce Kafkas Seddi projesi yarım kalmıştır. Hem bizim hem de emperyalizm açısından, bizim isteklerimiz tam olarak gerçekleşmedi. Misak-ı Milli sınırları içinde gördüğümüz Musul-Kerkük gibi yerlere ulaşamadık. Kara yolu ile Azerbaycan ve oradan Türkistan’a geçemiyoruz. İran Farsların elindedir. Kıbrıs olmasa tamamen kuşatılmış haldeyiz. Hedeflerine ulaşma açısından emperyalizm için de benzer durum geçerlidir. Van’dan Adana’ya, Adana’dan Bakü’ye Ermeni devleti kuramadılar, Doğu Karadeniz’de kurmayı planladıkları Pontus hayalleri kursaklarında kaldı. Kürdistan’ı da gerçekleştiremeden çekilmek zorunda kaldılar.
2014 Yılına giriyoruz. Aynı bölgeye bir daha bakalım. ABD iki kez Basra Körfezi’ne orduları ile gelmiş, ikinci gelişinde Irak’ı işgal etmiş ve sınır komşumuz olmuş durumda, kendi toprağı saydığı için terör örgütüne operasyon yaptırmıyor. Suriye’de olanlar gözlerimizin önünde oluyor. Basra havzasında sınırlarımıza kadar olan bölgede, mezhepler ve etnik gruplar birbirine giriyor ve birbirlerini işini bitirmek için kendince uygun zaman kolluyor. ABD, İran ilişkileri pürüzlü. İran, Çeçenistan’a karşı Rusya’nın yanında yer aldığı gibi, Azerbaycan karşısında Ermenistan safında yer almakta ve için için kaynamaktadır.
Kafkasya’da, Hazar Havzasında ise; ABD, Gürcistan üzerinde etkinlik kazanmış, Kafkasya’da gücünü artırma peşinde koşuyor. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan arasındaki problemlere, Çeçenistan, Abhazya, Osetya dışında her biri bunlar kadar çetrefil bir çok mesele güneş yüzü görüyor. Zaten Cebel’ul- Elsan= Dillerin Dağı adı verilen Kafkasya ve Kafkasya’daki dinler, diller, mezhepler, soylar, sülaleler bir takım hesaplaşmalar için ortaya sürülmeye başlıyor.
Türkiye sınırları içinde ise yüz yıl önce Taşnak, Pontus çeteleri tarafından yapılan terör olayları aynı bölgede, yüz yıl önceki şiddetinin yüzde biri kadar olsa da milyona yakın insanın ölümüne sebep olacak güçte olmasa da devam ediyor. Çok rahat ulaşılabilen BOP haritaları Kafkas Seddi çiziyor. Yalnız Türkiye hiçbir gücün çaresiz kalmadıkça doğrudan saldırmaya cesaret edemeyeceği büyüklükte bir ülke, onun için daha incelikli yollar deneniyor. Cevabı da aynı şekilde veriliyor. Emperyalizmin işi de zor, nerde oyun kurmaya kalksa Türkçe ile karşılaşıyor. Balkanlar’a geliyor karşısında Türkçe, Kıbrıs’ta Türkçe, Irak’ta Türkçe, Suriye’de Türkçe, İran’da Türkçe, Kuzey Afrika’da karşısında Türkçe var. Kafkasya’da Türkçe, Kırım’da, İdil (Volga) boylarında, Çin’de karşısına Türkçe çıkıyor. Orta Asya’nın eski adı zaten Türkistan.
Sonsöz; Yalnızca Mudanya değil Lozan da bizim için mütarekedir, ateşkes andlaşmasıdır. Barış andlaşması biz güçlü ve hazır olduğumuzda imzalanacaktır. İlan ettiğimiz Misak-ı Milli’ye de ilan etmediğimiz Kızılelma’ya da ulaşacağız. Her yeni güne bu inançla uyanıyoruz.
Yazının bundan sonrası Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi İsmet GÖRGÜLÜ’nün makalelerinden yararlanılarak ve alıntı yaparak hazırlanmıştır. Aynı makalelerden Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konudaki bazı sözlerini ve en son olarak İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’dan iki sözünü aktaralım.
Kafkas Seddi adı Kafkaslardaki İngiliz Komiseri Oliver Wardrob tarafından Ocak 1920’de ortaya atılmış bir fikirden alınmıştı. Anadolu Türklüğünün doğusundan da kuşatılması fikri eski ise de Kafkas Seddi ismi ve bu şekliyle yenidir. Türk Milli Mücadelesi’nin, Sovyet yayılmacılığının ve Türkiye ile Sovyetlerin işbirliğinin önlenmesi amacıyla ortaya atıldı. Ağırlık Ermenistan, Gürcistan ve Pontus’a verilmekle beraber İran ve Van’a kadar sınırları olan Ermenistan’ın güneyinde kurulması planlanan Kürdistan bu sedde dahil ediliyordu.
İngiltere’nin niyeti; Basra Körfezi ile Karadeniz ve Hazar Denizi arasında kendi nüfuzunda bir bölge oluşturmak. Trabzon ve Batum limanlarını kontrolünde tutarak Rusya’ya karşı deniz üstünlüğü sağlayabilmek. İkincisi petroldür. Irak petrol havzalarını (Basra ve Kerkük-Musul) işgalle Türklerden alır. Savaşın sonunda Türkiye’nin kontrolünde bulunan Hazar petrol havzasını da, Mondoros Ateşkesi ile boşalttırır ve kendisi işgal eder. Bu iki büyük petrol havzasının (Irak ve Hazar) kendi kontrolünde fiziki bağını kurmak. Üçüncüsü de Anadolu Türklüğünün yaşama alanını daraltıp dışarıyla ilişki imkanını kopartarak, direnişini bitirmek.
Kafkas Seddi projesi sonuç olarak, Basra Körfezi İle Karadeniz’i ve Hazar Denizi’ni birleştirecek bir sed olarak karşımıza çıkıyor. Seddi oluşturmak için Ermenistan’ı Karadeniz kıyılarından Van Gölü güneyine kadar genişletmek, Van Gölü ile İngiliz işgalindeki Irak arasındaki boşluğu doldurmak için de Kuzey Kürdistan’ı(!) kurmak istediler. Güney Kürdistan (!) (Kuzey Irak) isterse buna katılabilecekti. İşte Sevr Anlaşması haritasının doğusu bunu düzenliyordu.
İngiltere, Hazar ile Basra petrol havzaları arasını kendi kontrolünde bir coğrafi bağ ile birleştirmek ve Anadolu Türklüğünün Kafkas ve Orta Asya Türkleri ile fiziki bağını kesmek için, Ermenicilik ve Kürtçülük hareketini paralel yürütmüştü. Her iki hareketi kendi emperyalist politikaları için bir vasıta olarak kullanmıştı.
Atatürk, sözünü ettiği “Doğu ile Türkiye arasında büyük bir sed meydana getirme” projesini görmüş, Ermenicilik ve Kürtçülük hareketlerinin bu seddi oluşturmak için İtilaf devletleri (yani İngiltere) tarafından tezgâhlandığını ve Türkiye için tehlikelerini anlamış, inşa aşamasında seddi yıkmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk;
“Kürtlerin devletten ayrılarak İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurmaları teorisini tasvip etmem. Çünkü bu teori, … Ermenistan lehine İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plandır.” (16 Haziran 1919)
“… Kürtleri Osmanlı (Türk) camiasından ayırmak, İngiliz boyunduruğuna sevk etmek, neticede Doğu Anadolu’muzu Ermenilere çiğnetmeye yol açacak(tır).” (9 Kasım 1919)
“… Basra Körfezi’nden Karadeniz’e kadar Doğu ile Türkiye arasında İtilaf devletleri nüfuz ve himayesi altında büyük bir kütle husule getir(mek)…” (6 Ekim 1920)
Ermeni Soykırımı İddiaları Hakkında
“Geleceğe yönelik çıkarlarını, çeşitli baskılarla bütün dış ülkeleri aleyhimize çevirmekte gören bütün unsurlar, tümüyle yalan olan en son Ermeni kırımı uydurmasını (1920′yi kastediyor) düzenlediler… İngilizler, dış durumumuzu yani toplu öldürme iftiraları ile sarsarak, … tasarladıkları İstanbul işgalini kolaylıkla uygulayabilecek bir ortam hazırlıyorlardı…” (24 Nisan 1920-TBMM)
“… Düşmanlarımız hakkımızda icat ettikleri iftiralarını bir Aralık Paris Konferansı’na da kabul ettirir gibi oldular. İhtimal bunun neticesi olarak, daha savaş esnasında birbirleriyle yaptıkları gizli anlaşmaların ve karşılıklı verdikleri sözlerin tatbikatına başlanmış idi. İzmir, Antalya, Adana, Antep, Urfa ve Maraş’ın işgalleri hep bir karşılıklı taahhütler neticesi…” (31 Aralık 1919 Ankara)
“Türkler tarafından Ermeniler aleyhinde katliam (İddiaları), uydurulmuş rivayetler ve bir takım yalan ve iftiralardan ibarettir.” (17 Ocak 1921-Demeç)
“Ermeni sorunu, Ermeni milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin ekonomik yararlarına göre çözülmek istenen sorun(dur).” (1 Mart 1922-TBMM)
Ermeni sorununu dayandırdığınız Emperyalistlerin ekonomik çıkarları nedir?
“Ermeniler Van ve Bitlis’i ele geçirince, Irak’taki İngilizlerle birleşeceklerinden dolayı bütün Yakındoğu’da İngilizlerin yeri çok sağlamlık kazanacaktır.” (1 Aralık 1920)
“Ermenistan’ı Mezopotamya’da yerleşmiş İngilizlere yaklaştıracak surette uzatmak, Moskova ve Ankara hükümetlerine pek çok nahoş sürprizler yaratmak demek olur.” (27 Aralık 1920)
“Taşnakların, İtilaf devletlerinin entrikalarına alet olmaktan vazgeçmeyip… Sevr’de İstanbul hükümetine imza ettirilen anlaşma hükümlerine dayanarak Doğu vilayetlerimizi işgal için fırsat kollamaları, bu suretle Basra Körfezi’nden Karadeniz’e kadar Doğu ile Türkiye arasında itilaf devletleri nüfuz ve himayesi altında büyük bir kütle husule getirip Yunanistan’ın Rumeli ve Batı Anadolu’da oynadığı rolü Kafkasya, Doğu Anadolu ve İran’da oynamaya azmetmiş olmaları …” (6 Ekim 1920)
Atatürk, 26 Şubat 1921’de Amerikalı gazeteci Clanence K. Streit’in sorusu üzerine, Ermeni tehcirine ilişkin şu tarihi gerçekleri dile getirdi:
“Düşmanca ithamda bulunanların sürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:
Rus Ordusu 1915’de bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti.
Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.
Bu cinayetleri işleten saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından itibaren kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinde yapıyorlardı.”
“Ermenistan, Doğu’da büyük bir inkılâp gayesi için çalışan mazlum milletler arasında, … bozguncu bir unsur vazifesi yapıyordu. Doğu milletlerinin temasına engel oluyordu. Doğu’da İngiliz emperyalistleri için bir dayanak noktası hizmeti görüyordu…
Ermenistan, Doğu ihtilal makinesinin iyi işlemesine mani olmak için, bu ihtilalden etkilenecek olanlar tarafından makinenin çarkları arasına sıkıştırılmış ecnebi bir cisimden başka bir şey değildir…” (13 Kasım 1920-Hakimiyeti Milliye)
“Rum ve Ermeni, Batı emperyalistlerinin hizmetçisi olan uluslar(dır).” (1 Aralık 1920-Ankara)
Sevr Anlaşması’nı hazırladıkları konferanslarda İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 16 Şubat 1920′de şöyle diyor:
“Müttefiklerin uğrunda savaştıkları… Amaçları arasında bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması da vardır. Bu amacın gerçekleşmesine tüm müttefikler aynı derecede ant içmiş durumdadır.” (Osman Olcay, Sevres Andlaşmasına Doğru, Konferans ve Toplantı Tutanakları ve Belgeler, Ankara Üni. SBF. Yayınları, 1981, s. 24 )
Aynı kişi, bu devletin kurulma amacını da, 22 Nisan 1920′de şöyle belirtir :
“Büyük bir Pan-İslam ya da Pan-Turan hareketi ortaya çıkabilir ve böyle bir halde, Londra Konferansı, genellikle dünya barışı bakımından, Türkiye Müslümanları ile daha doğudakiler arasına sokulmak üzere bir Hıristiyan toplumunun sıkıştırılmasının yerinde bir girişim ve bunun da yeni bir Ermeni devleti olabileceğini düşünmüştü.” ((Osman Olcay, Sevres Andlaşmasına Doğru, Konferans ve Toplantı Tutanakları ve Belgeler, Ankara Üni. SBF. Yayınları, 1981, s. 513)
Yazıyı en başa aldığımız Al-i İmran Suresinin 54. Ayeti ile bitirelim. “(Onlar) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.”
Allah’a emanet olun.25.02.2014