Irkçılık Ve Kafatasçılık

Ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz bir kavram; Irkçılık, sırf bu yüzden kendimizi, milletimizi savunmak için ağzımızı açtığımız an ırkçılık ile suçlanabiliyoruz. Delikanlılığa vurup, milletini savunmak ırkçılıksa diye başlayıp  ırkçılığı kendisine yakıştıranlara da gittikçe daha sık rastlamaya başladık. Oysa ırkçılığın çok ağır bir anlamı var. Irkçılık batının bizimle ilgisi olmayan hastalığıdır. Adaletsizlik, zulüm ve şiddet içerir. Üzerimize bulaştırmanın anlamı yok, doğru da değil. Milliyetçiliğin en büyük düşmanı zannedildiğinin aksine soysuzluk değil ırkçılıktır. Emperyalizm, milliyetçiler ile her çatışmasında haklı çıkabilmek için ırkçıların söz ve eylemlerini kullanır.

FUTBOL SAHALARINDA IRKÇILIK

Irkçılık eylemleri olarak anılan hareketleri dünyanın gözünün üzerinde olduğu, kameraların çoğu zaman kayıtta olduğu için en az olması gereken futbol sahalarından birkaç örnekle anlamaya çalışalım.
İskoçya′nın önemli iki kulübünden Glasgow Rangers′ta forma giyen ilk siyahi oyuncu Mark Walters′ın, Celtic maçında başına gelenler, belki de “muz fırlatma” olaylarının başlangıcını oluşturuyor. 2 Ocak 1988 tarihindeki karşılaşmada Celtic taraftarları, Walters′a muz fırlatmanın yanı sıra maymun sesleri çıkarmış hatta bazıları karikatürize edilmiş “takım elbiseli maymun” figürüne gönderme yaparak, smokin giymişti.

Barcelona′nın Kamerunlu forveti Samuel Eto′o, takımının, 2005 yılının şubat ayında Real Zaragoza deplasmanında oynadığı karşılaşmada, topa her dokunduğunda Zaragoza taraftarları, maymun sesi çıkardı, fıstık attı. Kamerunlu Eto′o, bir yıl aranın ardından Real Zaragoza deplasmanında bir kez daha ırkçı tezahüratla karşılaştı ve “Yeter artık” diyerek yedek kulübesine yöneldi. Başta Zaragoza′nın siyahi oyuncusu Alvaro olmak üzere tüm futbolcular, ünlü futbolcunun oyunda kalması için ikna etmeye çalıştı. Hakem Victor Esquina Torres ve Barça Teknik Direktörü Franck Rijkaard da Eto′o′dan oyuna dönmesini rica etti. Kamerunlu, oyuna devam etti.

İtalya 1. Ligi (Serie A) takımlarından Messina′da top koşturan Fildişi Sahilli Marc Zoro, 2005 Kasım′ında İnter taraftarlarının, maymun sesleri çıkarması sonrası topu alarak, sahadan çıktı. Serie A′nın sonraki haftasında oynanan tüm maçlar, ırkçılığa karşı mücadeleye destek vermek için 5 dakika geç başlatıldı.

Fenerbahçe′nin eski futbolcusu Roberto Carlos′a da Anji Mahaçkala forması giydiği dönemde Zenit tribünlerinden muz atıldı. Rusya Futbol Federasyonu, Zenit′e 10 bin dolar cezası verirken, muzu fırlatan tarafarın, ömür boyu stada girmesi yasaklandı.

Gana asıllı İtalyan vatandaşı Mario Balotelli, İnter′de oynarken ırkçı saldırılarla karşılaştı. Balotelli, İtalya ile Hırvatistan arasındaki milli maçta Hırvatistan taraftarlarının ırkçı davranışlarına maruz kaldı. Ashley Young ve Theo Walcott′ın da kadroda yer aldığı İngiltere Milli Takımı′nın, Bulgaristan ile deplasmanda oynadığı maçta taraftarlar, maymun sesi çıkardı ve nazi selamı yaptı. İngiltere Futbol Federasyonunun, olayları şikayeti sonrası UEFA, Bulgaristan Futbol Federasyonuna 40 bin avro para cezası verilmesini kararlaştırdı.

İngiltere 1. Ligi (Premier League) takımlarından Portsmouth′un, 2007′ye kadar İngiltere Milli Takımı′nda da forma giyen defansı Sol Campbell, Tottenham taraftarlarının, ırkçı tezahüratıyla karşılaştı. Taraftarlar, Campbell′ı “ağaca tırmanırken resmeden bir pankart” açtı. 2009 yılının ocak ayında olaya karışan taraftarlara, 3 yıl boyunca maçlarına gitmeme cezası verildi.

Fransız milli takımıyla 1998’de Dünya Kupası’nı kazanan iki yıl sonra da Avrupa Şampiyonluğu’na ulaşan Lilian Thuram döneminin en iyi futbolcularından biriydi.  Futboldaki ırkçılık ile mücadele eden Turam’ın, Euronews’tan Isabelle Kumar ile yaptığı ropörtajın bir bölümü;
Thuram:
“Aslında dramatik olan bunun sahalarda uzun yıllardır var olması ve çözülememesi. Hatırlarsanız Dani Alves tepki gösterdiğinde herkes alkışlamıştı. Ben önemli olanın Dani Alves’in tepkisi olduğunu düşünmüyorum.”
Isabelle Kumar, euronews :
“Ayağının dibine muz atıldığında onu yemişti.”
Thuram:
“Evet ama önemli olan bu hareket değil. Bence hakemlerin hiçbir şey yapmayışını da konuşmak gerekiyor. Hiçbir oyuncunun bir şey yapmamasını da. Ve ırkçılığa maruz kalan kişinin çözümü kendisinin üretmesi gerekti.”
euronews :
“Siz oyuncuyken diğer futbolcular size destek olur muydu?”

Thuram:
“Oyuncuya göre değişirdi. Bir kez daha görüldü ki, çok sayıda kişi ırkçılığın bir şiddet olduğunu anlamıyor. Irkçı sözlere karşı tepki göstermek istediğimde birçok oyuncu ‘takma kafana, biliyorsun bunlar senin moralini bozmak için yapılıyor’ derdi. Toplumsal hayattaki ırkçılık sahalardakinden daha tehlikeli.”
euronews :
“Bu doğru mu? Futbol toplum üzerinde çok etkili değil mi”
Thuram:
“Hayır. Ben futbolcu olarak ırkçı hareketlere maruz kaldığımda, ne olup bittiğini biliyorum. Mesela maymun sesleri çıkaran kişi demek istiyor ki, ‘sen bir futbolcusun, ünlüsün, paran var ama benden aşağısın, çünkü ben beyazım’. Burada benim hiçbir şüphem yok ki sorunlu olan ben değilim, bunu yapanlar sorunlu. Fakat ırkçılıkla karşılaşıp da size iş verilmediği zaman, önyargılarla bakıp, kiralık ev verilmediğinde ya da toplumsal basamaklarda yükselmeniz engellendiğinde, işte o zaman gerçek bir şiddete maruz kalıyorsunuz.”

Örnekleri artırabilir ve uzatabiliriz. Futbol sahalarında olan fiili saldırıları, ölümle sonuçlananlar da dahil buraya almadım. Irkçılığın futbolda saha dışında daha belirgin olduğu anlaşılıyor. Üst düzey futbolcuların jübile yaptıktan sonra teknik direktör olarak iş bulabilmeleri yeteneklerinden çok derilerinin rengi belirliyor. Oyunculuğun fiziki yetenek, teknik direktörlüğün ise zihni yetenek istediği var sayılarak, çok sayıda üst düzey siyahi futbolcu olduğu halde çok çok az siyah derili teknik direktör olması ırkçılıktaki gerçek durumu açıklıyor.

Saldırılarda kullanılan semboller ise ortak; muz, fıstık, maymun taklitleri ve maymun olduğunu ima eden hareketler ama neden?  Neden hakaret için kullandığımız; domuz, köpek, ayı, öküz filan değil de maymun ve niçin maymun olduğu için ırkçılık oluyor?

Sorunun cevabı için önce Darwin’in İnsanın Türeyişi kitabına bir bakalım.
“Yüzyıllarla ölçülünce pek de uzak olmayan bir gelecek dönemde, uygar insan ırkları, bütün dünyada yabanıl insan ırklarını yok edip onların yerlerini kapacaktır. Aynı zamanda Prof. Schaaffhausen’in belirttiği gibi, ( Anthropological Review, April, 1867, s. 236) insan biçimli (anthropomorphous) maymunlarda kesinlikle yok edilecektir. O zaman insan ile en yakın hısımları arasındaki kopukluk daha da genişleyecektir, çünkü artık  bugün ZENCİ ya da AVUSTRALYALI ile GORİL arasındaki kadar olacak yerde, daha uygar bir durumda bir Kafkasyalıdan (Caucasian) daha değişmez olabileceğini umabileceğimiz insan ile babuin kadar aşağı bir maymun arasında kalacaktır.” Charles Darwin, ‘İnsanın Türeyişi’ , çeviren Öner Ünalan, Temmuz 1975, 2. baskı, sayfa 215)

Tercümenin bozukluğuna rağmen Darwin’in uygar insanlarının diğer insan ırklarını ve insan biçimli maymunları  yok edeceğini, gelecekte Kafkas ırkı dediği uygar insanlardan başka şu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride(?) olan babun türü maymunların kalacağını öngördüğünü anlıyoruz. İşte Darwin’in ‘insan biçimli (anthropomorphous) maymunlar’ olarak ifade ettiği kategoriye giren zenciler bu mantık yüzünden hor görülüp aşağılanmaktadır.

İNSAN HAYVANAT BAHÇELER
Bu zamanların ırkçılığın şiddetinin azaldığı günler olduğu söylenebilir. İNSAN HAYVANAT BAHÇELERİ (Human Zoos), araştırıldığında çıkan sonuçlar, emperyalizmin ve ırkçılığın tarihi hakkında yeterli bilgi verir.

Darwin’in teorisine göre Avrupalı olmayan ırklar henüz evrimini tamamlamamış aşağı ırklar olarak görülüyordu. O yüzden zenci Afrika yerlileri, kızılderililer, Eskimolar, Aborjinler, Hintliler gibi birbirlerinden farklı görünümde olan insanlar ‘canlı ara-geçiş formu’ olarak sergilenmeye başlandı. 1889 Paris Dünya Fuarında 28 milyon insan farklı ırklardaki 400 kişinin hayvan gibi gösterildiği sergiyi ziyaret etti.

1896’da Cincinnati hayvanat bahçesinde bir kızılderili kabilesi olan Siyular sergilendi.
Fransa, Belçika, New York, Almanya, Kolombiya, Hamburg, Anvers, Barselona, Londra, Milano, Varşova gibi Avrupa’nın çeşitli ülke ve şehirlerinde de insanların kafese alındığı ‘HUMAN ZOO’ ismini verdikleri insan hayvanat bahçeleri veya sergiler bulunuyordu.

Ota Benga, 1904 yılında Samuel Verner adlı evrimci bir araştırmacı tarafından Kongo′dan getirilip zincirlenerek kafese kondu. St. Louis Dünya Fuarı′nda çeşitli maymun türleriyle birlikte kafese konularak “insana en yakın ara geçiş formu” olarak sergilendi. Ardından New York’taki Bronx hayvanat bahçesine götürülerek sergilenen Ota Benga ziyaretçiler tarafından sürekli aşağılandı. Kongo’dayken evli ve iki çocuk sahibi olarak yaşamış bir insanı hayvan kafesine koyarak onunla dalga geçtiler, hayvana bile uygulanmayacak aşağılayıcı muamelelerde bulundular. Bu zalimce uygulamalara dayanamayan Ota Benga 1916 yılında intihar etti.

Sergilenen herkesin aynı şekilde zincirlenerek getirilmediği, bazılarının Avrupa’da yaşamak vaadiyle getirildiği, bazılarının da yapacak başka hiçbir iş bulamadığı için bu bahçelerde gösterilerde, çalıştığı/ çalıştırıldığı anlaşılmaktadır.

Ota Benga’nın dışında sergilenen diğer insanların çoğu hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetti. Örneğin Eskimolar çok basit bir soğuk algınlığı nedeniyle öldü çünkü Avrupa′daki virüslerle başa çıkamadılar. Ayrıca yeterli beslenemiyorlardı da çünkü alıştıkları gıdaları bulamıyor, bazıları da sıla hasretinden hasta oluyordu.”

Bir İnuit ilesi 1880 yılında Hamburg ve Berlin′deki gösteriler sonrası suçiçeğinden ölmüştü. Bir grup Siyu yerlisi de verem, kızamık ve zatürre gibi hastalıklardan hayatını kaybetmişti. Yalnızca Almanya′da 1930′lu yıllara kadar 400 adet yabancı halk ve ırk teşhiri yapıldı.

En son 1958 yılında Brüksel Dünya Fuarında “Kongo Köyü ” temalı insan bahçesi sergilenmiş. Böylece bu rezil devir kısmen sona ermiştir. Hoşgörünüze sığınarak internette “insan hayvanat bahçeleri” araması yaptığınızda bulabileceğiniz linklerden ingilizce olan deep racism the forgotten history of human zoos uzantılı bir linki tavsiye ederim. Bu linkte kucağında maymunla Ota Benga’yı, çeşitli toplumlardan insanları ve küçük bir zenci kız ile onları seyredenleri, yapılmış insan hayvan barınaklarını ve yeni keşfedilmiş Hindistan Andaman yerlilerinden Jarawa kabilesi üyelerini seyretmek için günümüzde düzenlenen gezileri (insan safarilerini) ve bu insanlara yiyecek vermek için oynatanları görebilirsiniz. Linki yerlilerin elbisesiz fotoğraflarını da içerdiği için tam olarak vermiyorum.

Irkçılık konusunda bütün suçu Darwin’in üzerine yıkıp kenara çekilmek de doğru değildir. Darwin batıya aradığı ideolojiyi vermişti. Batı zaten sınıflı toplum yapısı sebebiyle köylüleri, serfleri sanayi devriminden sonra da serflerin şehre göç etmesiyle oluşan işçileri insan yerine koymuyordu. Şimdi batı işçilerinin  komplekslerini de giderecek, hep birlikte aşağılayabilecekleri yeni topluluklar bulunmuştu. Fakat insan denen varlık vicdan ile yaratılmıştı. Vicdanı susturmanın yolu olarak “onlar zaten insan değil” diyecek sözde bilimsel martavallara ihtiyaç duyulmuştu. Darwin öncesi yüzyıllarda da batılı bilimadamları (bence sömürgeciliğin çığırtkanları) bu vadiye epeyce laf taşımıştı. Kafatası tartışmaları bunu en iyi açıklayan örneklerdendir.

KAFATASÇILIK

İnsanlar, dil ve kültür bakımından farklı oldukları gibi; renkleri ile  kafatasları, göz, yüz, burun, dudak, diş, saç ve vücut şekilleri bakımından da farklılık gösterir. Milletler ve ırkların çoğu birbirleriyle karışarak eski özelliklerinden bir bölümünü kaybetmiş olsalar da böyledir. Bu farklılıklara bir değer yüklemedikten sonra araştırılmasının, öğrenilmesinin tanıma açısından faydaları olduğu bellidir.

Bu farklılıklara bir değer yüklendiğinde işin rengi değişmektedir. Burnu şu kadar santimden uzun olanlar diğerlerinden üstündür veya rengi, kafatası, göz çekiklik ve  kapak kıvrımları şu şekilde olanlar diğerlerinden üstündür dediğinizde başka bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Bu konudaki araştırmalar ise tam da bu sebeple başlamıştır. Kurumsal olarak, antropoloji 17., 18., 19. ve 20. yüzyıldaki Avrupa sömürge kolonizasyonu sırasında ortaya çıkmış, gelişmiştir. Bu zamanlardaki genelde ‘ilkel insanların’ incelenmesi olarak görülen ilk etnografik çalışmalar ortaya çıkmıştır.
1935’de örneğin, T. K. Penniman disiplinin tarihini konu alan “A Hundred Years of Anthropology” yani “Antropoloji’nin Bir Yüzyılı” isimli eseri kaleme almıştır. Erken dönem antropolojide, ünilinealizm yani tüm toplulukların, tek bir evrimsel süreçten en ilkelden en gelişmişe geçtiğini öne süren fikir hakimdi. Buradan hareketle Avrupaî olmayan topluluklar bu evrimsel süreç içerisinde ‘yaşayan fosiller’ olarak görülüyordu ve Avrupa’nın geçmişini anlamak için incelenebilecekleri fikri yaygındı.

Yani ilkel maymunlardan başlayarak, evrim basamağının en üst zirvesini temsil eden(?) Avrupa ırklarına kadar düz bir çizgi vardı. Gerisi her kavmi ve milleti bu çizgide nereye yerleştireceğinizi bulmaktan ibaret kalıyordu. Kafatası ölçümü,  bu amaçla kullanılmış, 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupalı Ari ırk ve üstün ırk ideolojilerine temel oluşturmuştur. Amerikalı antropolog Carleton Stevens Coon tarafından 1960′lı yıllara kadar kafatası indeksi insanları kategorilendirmek için kullanılmıştır. Sadece Amerika′da beyaz ırktan olanlar Coon′un kitabında yer verdiği şekilde Kafkas ırkından diye adlandırılmaktadır.
İnsan ile maymun arasına zenci kafatası resmini koymakta acele edenler sarışın, mavi gözlü, beyaz tenli İsveçliler ve Afrika zencileri ile Avustralya yerlileri olan Aborjinlerin aynı şekilde dolikosefal kafatasına sahip olduğu, Avrupalıların çoğunun ise Çinlilerle aynı kafatası ölçülerinde mezosefal oldukları, İsviçreliler, Bavyeralı Almanlar, Fransa′nın orta bölümünde yaşayan topluluklar, Boşnaklar ve Gürcüler ve kafa tasının arkası düz olan Ermeniler’in de Türkler gibi brakisefal oldukları ortaya çıkınca buradan ne kadar üstün olduklarını

ispatlayamayacaklarını anladılar. Günümüzde kafatası endeksi, insan popülasyonlarının tasnifinde kullanılan yöntemler arasında değildir. En azından tek başına bir anlam ifade etmediği anlaşılmıştır. Bu yöntem sadece bireylerin görünümlerinin tanımlanmasında ve Fetüs′ün yaşının belirlenmesinde kanuni haller ve gebelik ile ilgili sebeplerde başvurulmaktadır. Sadece kafatası eni ve boyunun oranına dayanan kafatası indeksi yöntemi yerine modern tıpta kapsamlı yüz ve kafa iskeleti yapısı ölçümüne dayanan antropometri yöntemi kullanılmaktadır.
Bugün ırk kavramı ve ilgili çeşitli kavramlar da bilimsel kavram olarak kullanılmamaktadırlar; bilimsel kökenlerini veya uygulamalarını yitirmişlerdir denilebilir. Ayrıca eski literatürde “ırk” kavramının kullanıldığı çoğu anlam için bugün “etnisite” terimi tercih edilmektedir.

Irkçılık, Avrupa dışında rağbet bulmamıştır. Avrupa dışı toplumlarda ırkçılık denince ilk akla gelen Emeviler, Kureyş Umeyye oğulları asabiyesi Arap kabileleri, aşiret güçleri üzerine kurulmuş bir devlettir. Ne Emevilerin ne de Emevileri yıkan Şuubiye milliyetçilik/ halkçılık hareketinin burada anlatılanla ilgisi yoktur. Kabile asabiyesi ile ırkçılığın ortak tarafı adaletsizlikleri ve zulümleridir.

Yine de batı dışındaki dünyayı çok fazla etkilediğinden şüphe yoktur.  Saçlarını sarıya boyayan, beyazlamak için ilaç kullanan zencilerden, başta Güney Kore olmak üzere  Doğu Asya’da yaygın olan göz kapağı ameliyatlarına kadar ciddi etkileri olmuştur. İnsanlar batılılara şeklen benzemek, onlar gibi olmak ya da onlar gibi olamayacağını düşünüp içine kapanmak veya batıya şiddetli düşmanlık göstermek gibi tepkiler vermek ihtiyacı hissetmiştir.

Bunun sebebi anlaşılır olmalıdır.  Batı Osmanlı/Cumhuriyet Türkiyesi dışında kalan bütün dünyayı fiilen orduları ile işgal etmiştir. İşgal ettikleri ülkelerde insanlara hayvana davranır gibi davranmış, şefkat ve merhamet gösterdiğinde bile bir hayvana şefkat ve merhamet gösterir gibi davranmıştır.

Türkiye üzerinde etkilerini ise yaşıyoruz.  Geçmişte şiddetli olduğu dönemlerde şüphesiz çok daha yoğun yaşanmıştır. Savaşlarda vatanı için gözünü kırpmadan ölüme atılan, eğitimli milliyetçi gençlerin çoğunun şehit olması sonunda kalan az sayıda kişi cumhuriyetin ilk yıllarında her şeye yetişmek için koşturmak zorunda kalmıştı. Memleketin kalkındırılması, baştan başa viran olan yurdun imar edilmesi, bit, fare, verem salgınları, nüfusun artışının ve artan nüfusun ihtiyaçlarının planlanması, eğitim, ulaşım, sağlık, güvenlik vb. akla ziyan devasa dertler yanında bir  de bu bilimsel kılıflı ideolojik saldırılara cevap verilmesi gerekiyordu.

Batı’nın Türkleri aşağılayan ırkçı tarih ve antropoloji tezlerine cevap vermek için Atatürk’ün emriyle 1930’larda antropoloji çalışmaları yapıldı. Atatürk bu çalışmayla Türk ırkının üstünlüğünü ve eşitliğini savunmuş, Batılılara kendi silâhlarıyla yani antropolojiyle yanıt vermiş; Türklerin Avrupalılardan hiçbir farkı olmadığını göstermiştir. Atatürk′ün mânevî kızı Prof. Dr. Afet İnan İsviçre’li antropolog profesör Eugène Pittard öğretmenliğinde Cenevre′de doktorasını yaparken, Türklerin vücut (antropolojik) ölçülerinin iyi araştırılmamış olduğunu, tezi için lüzumunu belirtip yardım istemiştir. Atatürk de “Sıhhiye Vekâleti”nden (Sağlık Bakanlığına) Anadolu′da iki kerede 40.000 ve 60.000 Türk′ün ölçülerinin alınmasını istemiştir. Bu şekilde toplanan verilerden yola çıkan tez, 1939′da Cenevre′de Fransızca olarak yayınlanmıştır: Recherches sur les caractères anthropologiques des populations de la Turquie (Türkiye Halklarının Antropolojik Özellikleri Üzerine araştırmalar), Genève, 1939. Kitapta Türklerin yalnız kafatası ölçüleri üzerine değil, boy ortalamaları, cilt-göz-saç renkleri ve göz kapağı çekikliği gibi yirmi kadar fiziksel antropolojik özellikleri üzerine çalışmalara dair bilgiler yayınlandı.
Buradan o dönemin şartlarını bilmeden saldırmak, dönemi suçlamak, mahkum etmek doğru olmadığı gibi o şartlar içinde anlaşılabilmesi, mazur görülmesi gereken aşırılıkları savunmak da doğru değildir. Her devir kendi şartları içinde yargılanır, anlaşılır. O dönemlerde bu aşırılıklara karşı çıkanlar ise yalnızca Türkçüler olmuştur. Zeki Velidi Togan, Hüseyin Nihal Atsız gibi insanlar bu aşırılıklara karşı çıktıkları, tarih tezleri oluşturulurken her söylenenin doğru olmasını, birinci el tenkitli kaynak kullanılmasını istedikleri için çeşitli sıkıntılara maruz kalmışlardır.
Allah’a emanet olun.
31.07.2014

www.tarihtendersler.com