Cumhuriyet Dönemi Devlet Teşkilatında Gelişmeler

I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros
Ateşkes Anlaşması ile Osmanlı Devleti yenilgiyi kabul etti. Bir ay sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti kendisini feshederken 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından yeni seçimler yapılmak üzere parlamento feshedildi. Bu gelişmelere paralel olarak Anadolu’daki işgalleri önlemek için millî nitelikli bölgesel cemiyetler kurulmaya başlandı. Sonuca ulaşabilmek için halkın desteğine ihtiyaç duyan bu cemiyetler, faaliyetleri sırasında millet iradesini ön planda tutup karar alma ve alınan kararları uygulama aşamasında demokratik ilkeleri benimsedi.
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışını değerlendirirken
“Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi kuvvet vardı. İşte ben bu millî kuvvete, Türk milletine güvenerek işe başladım.” diyerek millete ve onun egemenliğine dayanacağının mesajını vermekteydi.
Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan kararlarla, halk ortak bir mücadele etrafında birleştirilmeye çalışılırken aynı zamanda millî egemenliğe ulaşma da hedefleniyordu. Kurtuluş mücadelesine ait bu belgeler bağımsızlık arayışında ve millî egemenlik yolunda atılmış önemli adımlardı. Millî mücadelede önemli yere sahip olan kongreler, halkın sivil kişilerce temsilini ilke edinerek bu mücadelenin millet iradesine dayandırılması noktasında etkili oldu. Demokratik temsil, seçim, demokratik meşruiyet, kurallara ve hukuki usullere saygı bu kongrelerde dikkate alınan temel esaslardı. Katılımın oldukça yüksek olduğu bu kongrelerde demokrasi başarıyla uygulandı. Bu durum Kurtuluş Savaşı’nın millî bir karakter almasında ve savaşın TBMM tarafından yürütülmesinde etkili oldu.
12 Ocak 1920’de açılan son Osmanlı Mebusan Meclisi, 16 Mart’ta İtilaf
Devletlerinin İstanbul’u resmen işgal etmesiyle çalışamaz hâle geldi. Bunun üzerine millî bir meclisin oluşturulması için hemen harekete geçildi. Seçimler yapılarak I. Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de Ankara’da açıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın şu sözleri: “Efendiler, millet bizi buraya gönderdi. Fakat ömrümüzün sonuna kadar biz burada ve bu milletin idaresini ve hâkimiyetini miras kalmış mal gibi temsil etmek için toplanmış değiliz. Ve sizi toplamak ve dağıtmak kudretine hiç kimse sahip değildir. Millet bilmelidir ki bir günde vekillerini toplar ve gönderir. Burayı, hiç kimsenin kayıt ve şarta bağlamaya hak ve salahiyeti yoktur ve olmamalıdır.” hedeflenen rejimi açıkça ortaya koymaktaydı. Anadolu’daki bağımsızlık mücadelesinin kazanılması üzerine askerî alanda kazanılan başarılar siyasi alanda da pekiştirilmek istendi. TBMM’ye bir anayasa taslağı ile meclisin mahiyeti ve görevlerini açıklayan bir program sunuldu. Bu, cumhuriyet rejiminin temelini oluşturmak için atılan ilk adımdı. 20 Ocak 1921’de Teşkilatı Esasiye Kanunu olarak adlandırılan 1921 Anayasası ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü şartların gerektirdiği acil ihtiyaçları karşılamak üzere hazırlanmış yirmi dört maddelik kısa bir metinden ibaretti.
Amasya Tamimi ile Erzurum ve Sivas kongrelerinde olgunlaşıp kuvvetlenen
“millî irade” ve “millî egemenlik” ilkelerini esas alan bu anayasa, olağan durumlarda bir devletin yönetimi için yeterli değildi. Buna rağmen 1921 Anayasası “millet egemenliği”ni yansıtan ilk siyasi belge olması bakımından önemliydi. 1876 kanunuesasi ve 1909’da kanunuesaside yapılan düzenlemeler ile padişahın yetkilerinin bir kısmı halkın temsilcisi olan parlamentoya devredilmişti. Ancak padişahın devleti yöneten en üstün güç olma statüsü korunmuştu. 1921 Anayasası, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ve milletin tek temsilcisinin TBMM olduğunu hükme bağlayarak padişahın bu statüsünü bozmuştur. 1921 Anayasası ile “meclis hükûmeti” sistemi ve güçler birliği ilkesi benimsenmiş ve yetersiz olduğu konularda kanunuesasinin ilgili hükümlerinin yürürlükte olduğu kabul edilmiştir.
Savaş şartlarında Ankara’da geçici olarak kurulan hükûmetin çalışma usullerini düzenleyen kurucu meclisin yapmış olduğu 1921 Anayasası olağan şartlarda bir devletin yönetilmesine yeterli değildi. Anayasada temel hak ve özgürlüklere hiç yer verilmemişti. Millî mücadele kazanılıp barış dönemine girildiğinde “meclis hükûmeti sistemi” uygulamasında sıkıntılar yaşandı. Anayasada bir değişiklik yapılmadığı için devletin şeklinin de ne olduğu belli değildi. Bir hükûmet buhranının yaşanması 1921 Anayasası’nda değişiklik yapılarak cumhuriyetin ilanını hızlandırdı. 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edildi ve çıkarılan bir kanunla “Türkiye Devleti’nin şekli cumhuriyettir.” İbaresi 1921 Anayasası’na eklendi. 20 Nisan 1924’te Cumhuriyet Döneminin ilk anayasası “Teşkilatı Esasiye Kanunu” kabul edildi. İlk dönemlerde cumhuriyet rejimi; laik hukuk sistemi, kuvvetler birliği ve görev ayrılığına dayanan devletçi sistemi özellikleriyle Osmanlı Devleti yönetim şeklinden ayrılmış oldu.
1921 Anayasası’nda benimsenen “güçler birliği”, 1924 Anayasası ile az da olsa “güçler ayrılığı” ilkesine doğru değişiklik göstermeye başladı. 1921 1909’da düzenlenen Anayasası’nda bakanlar kurulu, TBMM tarafından tek tek seçiliyordu. Yani meclisin yürütmeyle (hükûmetle) ilişkileri arasında sıkı bir bağ vardı. 1924 Anayasası’nda 1921 Anayasası’ndaki gibi TBMM’nin yürütme yetkisine sahip olduğu kabul edilmekle birlikte TBMM ile hükûmet ilişkileri daha serbest hâle getirildi. Ayrıca TBMM ile hükûmet arasındaki iş bölümü daha açık belirtildi. Buna göre yürütme yetkisi hükûmete verilirken hükûmeti oluşturmada cumhurbaşkanına daha geniş yetkiler tanındı. Yönetim işlemlerinin devlet şurasınca (Danıştay) denetlenmesi kararlaştırıldı. Yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelere verildi. 11 Nisan 1928’de çıkarılan bir kanunla “Devletin dini İslam’dır.” ile “Şeri hükümler uygulanır.” hükümleri anayasadan çıkarılarak laik devlet düzenine geçildi. 1937’de yapılan bir eklemeyle Atatürk İlkeleri anayasaya girerek Türkiye Devleti’nin “cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçı” olduğu belirtildi. Cumhuriyetin ilanından sonra demokratik rejimin tam anlamıyla yerleşmesi yolunda çalışmalar yapıldı. 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kurularak çok partili hayata geçiş yapılmak istenmişse de bu geçiş ancak 1945’ten sonra tam anlamıyla sağlandı.
Yeni kurulan Türk Devleti kadınlara siyasi haklar getirdi. 1930’da Belediye Kanunu ile belediye seçimlerinde, 1934’te ise anayasada yapılan değişiklik ile genel seçimlerde
Türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmış oldu.1935 seçimlerinde kadınlar ilk kez oy kullandı ve 18 kadın milletvekili parlamentoya girdi.