12 Adalar ve İsmet İnönü

   
Cumhurbaşkanı ile Kars gezisinde temasa geçen Başvekil Şükrü Saracoğlu’nun, von Papen’in kendisine Almanya’nın adaları teklif ettiğini bildirdiği görülüyor. Cumhurbaşkanı, “Almanların adaları kayıtsız şartsız teslim etmeyeceğinin çok açık olduğunu, bu yüzden İngilizler ve Yunanlarla ihtilafa girilemeyeceğini” belirtiyor.
     1943 yılında Türk dış politikası büyük gerilim içindeydi. Sovyetler Birliği ile istenen Saldırmazlık Paktı, Stalin’in açık reddine değil ama oyalamasına tosluyordu. İngiltere ve Fransa ile olan benzer antlaşmaların bu mekânda ve zamanda pek fazla bir şey ifade edemeyeceği açıktı.
     Almanya, Türkiye’nin istediği bir müttefik değildir. Türkiye’ye bu dönemde ve hatta sonraki dönemdeki yönelen Alman taraftarlığı ithamları asılsızdır. Belirli istisnalar hariç bürokraside böyle bir hava yoktu ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Alman antipatisi açıkça ifade edilmese de köklü prensiplerinden biridir. Türkiye her gününü endişe ile atlatan bir ülke haline dönmüştü. Savaşın sıkıntıları, alınan asayiş tedbirleri şüphesiz ki iktidarla geniş kitlelerin arasını soğutmaya yetiyordu. Üstelik Alman-Sovyet, Ribbentrop-Molotov Saldırmazlık Paktı ve ikisi arasında Doğu Avrupa’nın paylaşılmasının yarattığı havayı çaresizlik içinde seyretmekten başka bir durum düşünülemezdi.
UYKUDAN KALKIP ZEYBEK OYNADI
     Sınırboyu kurulan Çakmak Hattı boyunca silahaltına aldığımız bir milyonu aşkın asker ülke nüfusunun önemli bir kısmıydı. Üretimde yarattığı yıkım kadar, yeterli donatılan bir savunma gücümüzün olmadığı açıktı. Gelişmeler çok umulmadık bir şekilde hızlı oldu. Nisan 1941’de Yugoslavya ve ardından Yunanistan Nazilerce işgal edildi. Bulgaristan-Romanya-Bulgaristan çizgisi ise çoktan Reich’ın kontrolündeydi.
     22 Haziran 1941’de herkesin beklemediği ancak bazı uzmanların hissettikleri gelişme aniden patladı. Reich askerleri Brest’teki Rus mevzilerine saldırmıştı. Bu haber sabaha karşı Reis-i Cumhur İsmet İnönü’ye uyku saatinde ulaştırıldı. Uyanan Cumhurbaşkanı’nın bu haber üzerine korkunç bir kahkaha patlattığı, keyiflenmenin ötesinde kalkıp zeybek oynadığı bile söylenir. Bir uzun gerilimin boşalma anıydı. İlk badire atlatılmıştı. İki düşmanın birbirini yemesi seyredilecekti.
     Almanya, Kuzey Afrika’da ilerliyordu; hedef Mısır’dı. İtalya da yanı başındaydı. Şimdi bir yıldırım savaşıyla daha evvel seçkin komutanları Stalin tarafından iç darbede yok edilen tank kuvvetleri dağıtılmış ve Mareşal von Bock, Moskova önlerine dayanmıştı. Stalin’in şehri hiçbir zaman terk etmediği söyleniyorsa da Smolensk’teki kuvvetlerine önem verdiği biliniyor. Galiba Hitler, Smolensk’teki Rus savunmasını fazla ciddiye aldı ve Smolensk’teki ordunun yenilmesini emretti.
     Şurası bir gerçek: Rusya’nın erken bastıran kışı, geniş bir ülke oluşu, öte yandan Kuzey Afrika’da Mareşal Montgomery’nin varlığı işlerin rengini değiştirmişti. Üstelik Sovyetler Birliği’nin müttefik devletlerle yakınlaşması, bilhassa Amerikan askeri yardımını alması vaziyeti daha da değiştirecekti.
AFRİKA’DA ALMANLARIN VE İTALYANLARIN İŞİ BİTTİ
     Kritik bir zamanda, Temmuz 1942’de Rommel’in orduları durduruldu. Mareşal Montgomery, ‘Çöl tilkisi’ denilen Rommel’i durdurmuştu; İkinci Cihan Harbi’nde Alman ordularının en ciddi ve eski Alman ekolünü temsil eden mareşali, iki aylık bir ısrardan sonra Kuzey Afrika’dan itilmeye başladı.
     23 Aralık 1942’de Tobruk, Rommel’in elinden çıktı. Afrika’da Almanların ve İtalyanların işi bitmişti. Zaten 2 Kasım 1943’te Kızıl Ordu Kiev’i ele geçirdi. Ocak 1943’te ise Almanlar Kafkaslar’dan çekildiler.
ON İKİ ADALARIN İŞGAL EDİLECEĞİ AÇIKTI
     Bütün bu hengâme içerisinde İtalya Mussolini’ye bir darbe yapmıştı. Darbe aslında Faşist Büyük Konseyi’nde başladı. Yeni İtalya Mussolini’yi tevkif etti. Almanların onu başarılı bir operasyonla kaçırmayı başarması sonucu kuzeyde bir İtalyan Sosyal Cumhuriyeti kuruldu ve başına geçirildi. Böyle bir ortamda İtalya’nın elindeki on iki adaların Almanlar tarafından işgal edileceği açıktı ve bu adalardaki özellikle Yahudi nüfus kara günlerin içine girdi. Almanya’nın çöküntü günleri başlamıştı.
     25 Eylül’de Cumhurbaşkanı ile Kars gezisinde temasa geçen Başvekil Şükrü Saracoğlu’nun, von Papen’in kendisine Almanya’nın adaları teklif ettiğini bildirdiği görülüyor. Kullanılan evrak bile yanlış okunmuş. Teklif doğrudan sefirden gelmiyor. Sefirin istihbarat şefi Naci Perkel’e durumu bildirmiş ve sefirin cevabının beklendiğini söylüyor. Saracoğlu’nun Kars gezisindeki Cumhurbaşkanı’na durumu arz etmesi üzerine Cumhurbaşkanı, “Almanların adaları kayıtsız şartsız teslim etmeyeceğinin çok açık olduğunu, bu yüzden İngilizler ve Yunanlılarla ihtilafa girilemeyeceğini” belirtiyor.
     Cumhurbaşkanı’nın cevabının tarihi 26 Eylül 1943’tür. Almanların takımadaları Türkiye’ye, üstelik de güdümlü bir şekilde teslim etmesi akıl sahiplerinin kabul edeceği bir durum değildir. Fevkalade tehlikelidir. Düşününüz ki birkaç ay evvel müttefikler, en başta Amerikalılar, İtalya’dan saldırıya geçmişlerdir. Bir yandan da Avrupa’ya bir çıkarma yapılacağı, yeri belli olmasa da artık bir sır değildi. Böyle bir hediyeyi kabul eden Türkiye’nin başına neler gelirdi, düşünmek ve tahmin etmek kolaydır. En kötüsü de faşizmin tasallutundaki Türkiye’yi Kızıl Ordu’nun kurtaracağıdır(!). Batılılar sadece Yunanistan ve İtalya’yı işgal etmek gibi bir görev üstlendiler. Balkanlar’daki bütün Alman müttefikleri Sovyet Rusya’nın eline bırakıldı.
HAYAL ÜZERE TARİH YAZILAMAYACAĞI AÇIK
     On iki adalar konusunda İsmet Paşa’nın suçlanmasını hiç anlamıyoruz. 1912 Londra Uşi Antlaşmaları sırasında paşa henüz albay bile değildi ve Yemen’deki ordu komutanı Ahmet İzzet Paşa’nın isyan bastıran ordusunda kurmay başkandı. Lozan’da sadece İmroz, Bozcada ve Semadirek istendi. Bunları vermediler. Verilmeyen şeyin üzerine iki tabur askeri gönderecek gemimiz bile yoktu.
     Hayal üzere tarih yazılamayacağı çok açıktır. Bunun siyaseten kullanılması da fevkalade tehlikelidir. Türk tarihçiliği ve dış politikasına yakışan bir tavır değildir. Daha ziyade Balkan ülkelerine mahsus bir hayalperestliktir. Eski bir devletin hiçbir zaman bağımsızlığını kaybetmeyen vatandaşlarıyız. Bürokrasimizin, sivillerin ve askerlerin aldığı bir miras vardır. Bu ciddiyeti korumak gerekiyor.  İlber Ortaylı
30.08.2020